1970'te doğdu, talebelik, öğretmenlik, vaizlik, yazmak, en önemlisi annelik bütün hayatı

25 Eylül 2016 Pazar

HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?



قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِين لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ َ
“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”  (Zümer, 39/9)
İlimden asıl maksat Allah’ı bilmektir ki ilim sadece akıl sahibi olan insana teklif edilmiştir. Aklını imani bilginin emrine veren kişiye âlim denir. Alim marifetullah sahibidir. Marifetullah, Allah’ı bilmek ise O’na kullukla beraber gelen bir süreçtir.
Kul Rabbinin varlığını birliğini, O’ndan başka bir güç olmadığını bilir ve O’na ibadet eder. İbadet ettikçe kitabi bir bilgiyle değil, Vehbi bir bilgiyle yani O’na yakınlaşmış olmak şuuruyla marifetullaha erişir.
Marifetullah’a ulaşan kul iyi ve kötü zamanlarının O’ndan gelen bir imtihan olduğunun şuuruyla şükür ve sabır eyler. Neticede kullara ve eşyaya kulluktan kurtulup zamana ve mekâna hapsolmaktan çıkıp Rabbini tanır. İşte gerçek ilim, işte Hakikat…
Zaten ayetin baş tarafının meali şöyledir: “İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi Rabbine yönelip O’na yalvarır. Sonra Rabbi katından ona bir nimet verilince daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. Deki ona: İnkârcı tutumunla biraz eğlen dur bakalım. Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaksın. Şimdi bu adam mı yoksa ahiret kaygısıyla, Rabbinin rahmetine nail olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak, kendini ibadete veren kişi mi daha iyi? Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
İman ilimle beraber gelen bir husustur. Allah’ın varlığı ve birliği ile ilgili hissiyat bizim ruhumuzda var olmakla beraber Yüce Rabbimiz merhametinden dolayı peygamberler ve kitaplar göndererek bize kendisini tanıtmıştır. Ayrıca O’na nasıl kulluk edeceğimizi ve yeryüzünde nasıl bir düzenle yaşayacağımızı peygamberleri vasıtasıyla bize bildirmiştir. Bu bilgiye inanan Rabbini tanımış ve iman etmiştir.
Oysa ruhundaki ilahi bilgiyi küfürle örten inatçı zalimler ne peygamber ne kitap tanımışlardır. Kulluk insanın yapısında fıtratında var olduğu için de bu sefer nefsine, paraya, şöhrete ve şeytana kulluktan kurtulamamışlardır.
Rabbimizin ilimden kastettiği işte bu imani bilgidir. İnsanı her türlü esaretten kurtarıp tevhide ulaştıran, Rabbini tanıtan ilimdir.
İlim sahipleri de ibadetle ve salih amellerle ruhunu Allah’a yakınlaştıran, yaptığı her işin ahirette bir sonucu olduğu şuuruna erişmiş kişilerdir. Bu yüzden ilim sahipleri, âlimler ayeti kerimede “gece boyu secde ve kıyam ile Rabbinin huzurunda duran, ahirette ilahi rahmete erme ümidi taşıyan kimseler olarak tarif edilmiştir.
Yoksa kitapları okuyup okuyup sırtında yük taşıyıp da o bilgi ne ruhuna ne sadrına ne hayatına hiçbir şekilde tesir etmeyen kişiler alim olmak bir yana dünyalık menfaati için Kur’an ayetlerini satan kimselerdir.
Alim odur ki, İlahi bilgiye yani marifetullaha  sahip ola ve huşu ile Rabbinin huzurunda gece secdeye gündüz kıyama dura. Gece ibadetle ve dua ile meşgul olurken, gündüz Allah’ın yeryüzünde murad ettiği Hakkaniyeti tesis ede. Adalet, sabır ve şükür ile kaim ola…
Gülsüm Sezen
25.09.2016




 


23 Eylül 2016 Cuma

HZ. MERYEM





Yüce Rabbimiz, hidayet rehberi kitabında, peygamberlerin ve salih kimselerin hayatlarından örnekler vermesi, Kur’an ahlakını içselleştirmemiz ve hayatımıza yansıtmamız içindir.
 “Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.”[1]
Hz. Meryem kadın, erkek her birimizin örnek alması gereken eşsiz bir şahsiyettir. Zira o bizzat Rabbi tarafından övgüye mazhar olmuştur.  
“Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O Rabbine gönülden bağlı olanlardandı.”[2]
Meryem’in kelime anlamı “dindar kadın”dır. Kimdir Hz. Meryem? Nasıl yaşamıştır? Bize kadar gelen ışığının kaynağı nedir?
Hz. Meryem Davut (a.s.)’ın soyundan gelen İmran’ın kızıdır.[3] Onun hayatındaki mucizeler annesinin duasıyla başlamıştır. İmran’ın hanımı Hanne kısırdır. Bir gün bir ağacın gölgesinde otururken yavrusunu doyurmaya çalışan bir kuş görünce içindeki çocuk sahibi olma duygusu alevlenir.[4] Allah’a kendisine bir çocuk ihsan etmesi için dua eder ve çocuğu Beytü’l-Makdis’e hizmet etmesi için büyüteceğine dair adak adar.[5] Bu sırada çocuğun kız olacağı hiç aklına gelmemiştir. Zira o dönemlerde sadece erkekler manastırda eğitim almakta ve Allah’ın dinine hizmette bulunmaktadırlar. Bu sebeple Meryem (a.s.) dünyaya geldiği zaman annesi üzülse de Allah (c.c.) adağını kabul etmiştir. [6]
Böylece Hz. Meryem'le beraber kadınların eğitim almaları ve dini Mübin’i İslam’a hizmet etmeleri konusunda bir çığır açılmıştır. Bu gün hanımların iyi eğitilmiş olmalarının önemi herkes tarafından bilinmekle beraber nasıl bir eğitim olacağı muammadır. Bu sorunun cevabı Hz. Meryem’in hayatında cevabını bulur. Onun aldığı eğitim saf bir iman ve takva ile yoğrulmuştur. Böylece ilmi onu Rabbine yaklaştırmış, kulluğunu kullara hizmetle tamamlamıştır.
Hz. Meryem eğitimini bizzat Hz. Zekeriya (a.s.)’dan almıştır. Bu da ilahi kaynaklı bir ilme sahip olduğunu gösterir. Demek ki bizlere düşen de hangi ilmi öğrenirsek öğrenelim onu, ilahi kaynağımız Kuran ve sünnet ölçülerine göre değerlendirmek ve içselleştirmek olacaktır.
Hz. Meryem, Rabbinin mucizelerine mazhar olmuş, kendisine yetiştirmesi için büyük bir vazifenin sahibi olan bir evlat verilmiştir.[7] O güçlü imanı sayesinde, başına gelen her zorluğu yenmiş, evladına hem büyürken hem peygamberliği sırasında hizmet etmiştir. Çok açıktır ki, büyük şahsiyet sahibi annelerin evlatları da büyük olmaktadır.
Büyük imtihanlara uğrayacağı mucizelere mazhar olmasından anlaşılmaktadır. Allah’ın ona melekleri vasıtası ile kış ve yaz meyveleri ikram etmesi,[8] bir baba olamadan çocuk doğurması,[9] Hz. Âdem’den sonra yeryüzünde yeni bir yapılanmanın meydana geleceğini işaret etmektedir,[10]
İnsanların gözünde kötü duruma düşen Hz. Meryem,[11] büyük bir değişime gebedir. O Efendimiz (s.a.v.)’in yeryüzüne teşrifini müjdeleyecek, insanlığı küfrün karanlığından kurtaracak olan İsa Mesih’e gebedir. Zira her şey Allah’ın “Ol!” demesiyle olmaktadır.[12]
Ben Allah’ın kuluyum diyen kimse büyük imtihanlara hazır olmalıdır. Yalanlara iftiralara uğramaya, küçümsenmeye, hor görülmeye, yalnızlığa sabredebilmeli, Rabbine tevekkül ve rıza ile sarsılmaz bir iman ile yoluna devam edebilmelidir. Zira Allah Teâlâ güçlü olanların değil, seçilmiş kullarının yanındadır. İşte Hz. Meryem bu durumun en güzel örneklerinden biridir.
Allah’ın mucizeleri insanoğluna ilham kaynağı olmuştur. Bu yüzden en ümitsiz durumlarda dahi Rabbimizden gelen bir mucizenin gerçekleşmesi mümkündür. Hz. Meryem’in annesinin kısır olduğu sırada içten duası sebebiyle Hz. Meryem gibi bir evlatla ödüllendirilmiştir. Hz. Zekeriyya’nın ihtiyar yaşında Hz. Meryem ve Oğlu Mesih’e kol kanat gerecek olan Yahya (a.s.) ile sevindirilmiştir. Allah sebep olmadan bir çocuğu yaratmıştır. O’nun sebeplere ihtiyacı yoktur çünkü. Bütün bu mucizeler, en çaresiz durumlarda dahi iman sahipleri için ümitlerin tükenmeyeceğine apaçık bir delildir.
İnsanlar Hz. Meryem’e bahşedilen mucizeden ilham alarak, kısırlığa çare aramışlardır. Bu, kavli duanın yanı sıra mutlaka ihmal edilmemesi gereken fiili duadır. Demek ki müminler zor durumlardan çıkmak için, içten içe isyan ederek tahammülü, tevekkül adı altında tembelliği bir kenara bırakıp vesilelere başvurarak çalışıp gayret etmeli, Allah’a sığınmalıdırlar.
Hz. Meryem, sarsılmaz imanı, ilmi, iffeti, takvası, güzel ahlakı, sabrı, tevekkülü, bitmek tükenmek bilmeyen azmi, cihadı ve ümmeti irşadı ile her bakımdan örnek bir şahsiyettir. Onun yaşamı bizlere kullukta, cihatta, irşatta kadın ve erkek arasında bir fark olmadığını işaret etmektedir. O kadınlara has özel durumlarla baş etmenin, annelik vazifesinin yanı sıra Allah’ın kullarına hizmet etmenin en güzel örneğidir. 
Hz. Meryem’in kıssası bizlere, en zor durumlarda, en zor şartlarda dimdik duranların, Allah’ın ve onun peygamberinin çizgisinden bir an ayrılmayanların büyük lütuflara mazhar olacağını müjdelemektedir. Rabbim bu dünyada onu örnek almayı, ahirette yakınlığını ve şefaatini nasip eylesin.
 
              Gülsüm Sezen

               
 Not: Bu yazı Zehra dergisinde yayınlanmıştır.





[1] Nur, 34
[2] Tahrim, 12
[3]  İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, Beyrut 1979, 1.298
[4] Al-i İmran3/30
[5] Al-i İmran 3 -35
[6] Al-i İmran, 36
[7] Al-i İmran, 45,46

[8] Al-i İmran 3 -37
[9] Meryem, 16-34
[10] Al-i İmran, 59
[11] Meryem,32
[12] Al-i İmran, 47

HZ. MERYEM





Yüce Rabbimiz, hidayet rehberi kitabında, peygamberlerin ve salih kimselerin hayatlarından örnekler vermesi, Kur’an ahlakını içselleştirmemiz ve hayatımıza yansıtmamız içindir.
 “Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.”[1]
Hz. Meryem kadın, erkek her birimizin örnek alması gereken eşsiz bir şahsiyettir. Zira o bizzat Rabbi tarafından övgüye mazhar olmuştur.  
“Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O Rabbine gönülden bağlı olanlardandı.”[2]
Meryem’in kelime anlamı “dindar kadın”dır. Kimdir Hz. Meryem? Nasıl yaşamıştır? Bize kadar gelen ışığının kaynağı nedir?
Hz. Meryem Davut (a.s.)’ın soyundan gelen İmran’ın kızıdır.[3] Onun hayatındaki mucizeler annesinin duasıyla başlamıştır. İmran’ın hanımı Hanne kısırdır. Bir gün bir ağacın gölgesinde otururken yavrusunu doyurmaya çalışan bir kuş görünce içindeki çocuk sahibi olma duygusu alevlenir.[4] Allah’a kendisine bir çocuk ihsan etmesi için dua eder ve çocuğu Beytü’l-Makdis’e hizmet etmesi için büyüteceğine dair adak adar.[5] Bu sırada çocuğun kız olacağı hiç aklına gelmemiştir. Zira o dönemlerde sadece erkekler manastırda eğitim almakta ve Allah’ın dinine hizmette bulunmaktadırlar. Bu sebeple Meryem (a.s.) dünyaya geldiği zaman annesi üzülse de Allah (c.c.) adağını kabul etmiştir. [6]
Böylece Hz. Meryem'le beraber kadınların eğitim almaları ve dini Mübin’i İslam’a hizmet etmeleri konusunda bir çığır açılmıştır. Bu gün hanımların iyi eğitilmiş olmalarının önemi herkes tarafından bilinmekle beraber nasıl bir eğitim olacağı muammadır. Bu sorunun cevabı Hz. Meryem’in hayatında cevabını bulur. Onun aldığı eğitim saf bir iman ve takva ile yoğrulmuştur. Böylece ilmi onu Rabbine yaklaştırmış, kulluğunu kullara hizmetle tamamlamıştır.
Hz. Meryem eğitimini bizzat Hz. Zekeriya (a.s.)’dan almıştır. Bu da ilahi kaynaklı bir ilme sahip olduğunu gösterir. Demek ki bizlere düşen de hangi ilmi öğrenirsek öğrenelim onu, ilahi kaynağımız Kuran ve sünnet ölçülerine göre değerlendirmek ve içselleştirmek olacaktır.
Hz. Meryem, Rabbinin mucizelerine mazhar olmuş, kendisine yetiştirmesi için büyük bir vazifenin sahibi olan bir evlat verilmiştir.[7] O güçlü imanı sayesinde, başına gelen her zorluğu yenmiş, evladına hem büyürken hem peygamberliği sırasında hizmet etmiştir. Çok açıktır ki, büyük şahsiyet sahibi annelerin evlatları da büyük olmaktadır.
Büyük imtihanlara uğrayacağı mucizelere mazhar olmasından anlaşılmaktadır. Allah’ın ona melekleri vasıtası ile kış ve yaz meyveleri ikram etmesi,[8] bir baba olamadan çocuk doğurması,[9] Hz. Âdem’den sonra yeryüzünde yeni bir yapılanmanın meydana geleceğini işaret etmektedir,[10]
İnsanların gözünde kötü duruma düşen Hz. Meryem,[11] büyük bir değişime gebedir. O Efendimiz (s.a.v.)’in yeryüzüne teşrifini müjdeleyecek, insanlığı küfrün karanlığından kurtaracak olan İsa Mesih’e gebedir. Zira her şey Allah’ın “Ol!” demesiyle olmaktadır.[12]
Ben Allah’ın kuluyum diyen kimse büyük imtihanlara hazır olmalıdır. Yalanlara iftiralara uğramaya, küçümsenmeye, hor görülmeye, yalnızlığa sabredebilmeli, Rabbine tevekkül ve rıza ile sarsılmaz bir iman ile yoluna devam edebilmelidir. Zira Allah Teâlâ güçlü olanların değil, seçilmiş kullarının yanındadır. İşte Hz. Meryem bu durumun en güzel örneklerinden biridir.
Allah’ın mucizeleri insanoğluna ilham kaynağı olmuştur. Bu yüzden en ümitsiz durumlarda dahi Rabbimizden gelen bir mucizenin gerçekleşmesi mümkündür. Hz. Meryem’in annesinin kısır olduğu sırada içten duası sebebiyle Hz. Meryem gibi bir evlatla ödüllendirilmiştir. Hz. Zekeriyya’nın ihtiyar yaşında Hz. Meryem ve Oğlu Mesih’e kol kanat gerecek olan Yahya (a.s.) ile sevindirilmiştir. Allah sebep olmadan bir çocuğu yaratmıştır. O’nun sebeplere ihtiyacı yoktur çünkü. Bütün bu mucizeler, en çaresiz durumlarda dahi iman sahipleri için ümitlerin tükenmeyeceğine apaçık bir delildir.
İnsanlar Hz. Meryem’e bahşedilen mucizeden ilham alarak, kısırlığa çare aramışlardır. Bu, kavli duanın yanı sıra mutlaka ihmal edilmemesi gereken fiili duadır. Demek ki müminler zor durumlardan çıkmak için, içten içe isyan ederek tahammülü, tevekkül adı altında tembelliği bir kenara bırakıp vesilelere başvurarak çalışıp gayret etmeli, Allah’a sığınmalıdırlar.
Hz. Meryem, sarsılmaz imanı, ilmi, iffeti, takvası, güzel ahlakı, sabrı, tevekkülü, bitmek tükenmek bilmeyen azmi, cihadı ve ümmeti irşadı ile her bakımdan örnek bir şahsiyettir. Onun yaşamı bizlere kullukta, cihatta, irşatta kadın ve erkek arasında bir fark olmadığını işaret etmektedir. O kadınlara has özel durumlarla baş etmenin, annelik vazifesinin yanı sıra Allah’ın kullarına hizmet etmenin en güzel örneğidir. 
Hz. Meryem’in kıssası bizlere, en zor durumlarda, en zor şartlarda dimdik duranların, Allah’ın ve onun peygamberinin çizgisinden bir an ayrılmayanların büyük lütuflara mazhar olacağını müjdelemektedir. Rabbim bu dünyada onu örnek almayı, ahirette yakınlığını ve şefaatini nasip eylesin.
 
              Gülsüm Sezen

               
 Not: Bu yazı Zehra dergisinde yayınlanmıştır.





[1] Nur, 34
[2] Tahrim, 12
[3]  İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, Beyrut 1979, 1.298
[4] Al-i İmran3/30
[5] Al-i İmran 3 -35
[6] Al-i İmran, 36
[7] Al-i İmran, 45,46

[8] Al-i İmran 3 -37
[9] Meryem, 16-34
[10] Al-i İmran, 59
[11] Meryem,32
[12] Al-i İmran, 47

22 Eylül 2016 Perşembe

İslam Alimi Olmak


Alim deyince genellikle gözümüzün önüne başında sarığı, sırtında abası ile yere diz çökmüş, idare lambasının ışığında kitaplarının arasında kaybolmuş bir mübarek zatın resmi gelir. O zamanlar elektrik yoktur, masa sandalye yoktur, bilgisayar ve internetten kütüphanelere erişim yoktur. Bir alime tele konferansla bağlanıp onu izleme imkanı yoktur. Ancak her çağda Müslüman bir alimde bulunması gereken standart özellikler onda vardır. Olmasaydı adları günümüze ulaşmazdı. Neydi bu özellikler?
Ayrıca zihnimizde hiç bayan alim resmi de yer almaz. Oysa bize ışık tutan mübarek alim hanımlarımız yok mudur. En başta Hz. Aişe olmak üzere... Vardır da adları yine bir alimde bulunması gereken çok önemli bir özellik dolayısıyla duyulmamıştır.
Günümüzde bir Müslüman alim nasıl yetişir? Yapmak istediğimiz bir eseri, yazmak istediğimiz bir kitabı önceden planlamamışsak ortaya bir şey çıkmaz. İslam alimi profilini oluşturmadan, nasıl bir karakter ortaya çıkarmak istediğimizi bilmeden de bir alim yetişmez. Öncelikle nasıl bir alim, ardından nasıl yetiştireceğiz sorularına cevap aramak gerekir.
Zihnimizde canlanan resim şöyledir:
İslam dini bütün alanları kuşatabilecek bir medeniyet dini olduğundan Müslüman Alim de mesleğini veya çalıştığı ilim dalını İslam'ın bakış açısıyla yoğurmalı, hayata tatbik etmelidir.
Öncelikle İslam aliminin birkaç dil öğrenerek teknolojik imkanlara sahip olarak batıdan ya da doğudan gelen İslam karşıtı fikri veya siyasi akımlarla mücadele edecek donanıma sahip olmalıdır.
Tıp, hukuk, sosyal ya da teknik alanlarda çalışan akademisyenlerimiz bu ilimlerle İslam İlimlerini kendilerinde buluşturduklarında Müslüman bir Alim olacaklardır. İlahiyatçılarımız da öncelikle Arapça kaynaklardan faydalanabildikleri, farklı ilim dallarını kuşatabildikleri müddetçe diğerlerine yol gösteren alimler olacaklardır.
Peki, her türlü teknolojik imkanlara sahip olduğumuz, dikkati dağıtıcı ögelerle kuşatıldığımız, menfaate ulaşımın kolay olduğu günümüzde alim nasıl olmalıdır?
Bu sorunun cevabını Prof. Dr. Recep Şentürk'ün bir makalesinden alıntılarda arayacağım. Kendisi günümüzün alimlerini yetiştirmeye baş koymuş bir zattı ve alimi şöyle tarif etmiştir:
"Alim aynı zamanda 'muallim’dir yani ilmini toplumla paylaşan bir lider, danışman, mürşit, rehber ve eğiticidir.
Bir peygamber varisi olarak âlim bütün toplum kesimlerine hitap eder ve onları irşat etme sorumluluğunu omuzunda taşıdığını yüreğinde hisseder.
Beşeriyetin ve içinde yaşadığı toplumun dini ve ahlaki gidişatından kendisini sorumlu tutar; tebliğ, tedris, irşat, vaaz, emir bilmaruf ve nehyianilmünker yapar; fetvalarıyla topluma yön çizer.
Âlimin muhatap kitlesi sadece talebeler ve eğitilmiş insanlar değil, bütün halktır. Her sosyal tabakaya anlayacakları dille hitap edip onları Hak yoluna irşat eder.
Âlimin taşıması gereken vasıflar nelerdir?
Bir: İslam âlimi İslam'ın varlık, bilgi, hakikat anlayışını benimser ve düşüncesini bunlar üzerine inşa eder. İslam ilim geleneğini diğer ilim geleneklerinden, özellikle de Batı bilim geleneğinden ayırt eden hususlar bunlardır. İslam’ın bu konulardaki yaklaşımı çok katmanlıdır ve geleneksel olarak meratibü'l-vücud (katmanlı varlık), meratibü'l-ulum (katmanlı ilim), meratibü'l-hakâik (katmanlı hakikat) şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Günümüzde hakim olan pozitivist dünya görüşü ise sadece maddi varlık seviyesi ve ampirik bilgi düzeyini kabul eder, bunun dışındaki varlık ve bilgi mertebelerini reddeder.
İki: Bir İslam âlimi düşünce, yorum ve istinbat metodu olarak usul-i fikh’ı kullanır. 'Usulsüzlük vusulsüzlüktür’ denilmiştir. Günümüzde usul-i fıkh yerine Batı’dan ithal bazı metotlar ikame edilmeye çalışılmaktadır veya eklektik ya da sentezci bir yaklaşım sergilenmektedir. Hâlbuki usul-i fıkh sadece İslam hukukunun değil, hem Kur'an'ı, hem hadisi anlamanın ve hüküm çıkarmanın metodudur. Kur’an, meal ve hadis okumalarında bir yorum metodu olarak mutlaka usul-i fikhın kullanılması gerekmektedir yoksa bu kutsal metinleri metotsuz yorumlamaya kalkmak ciddi yanlışlara yol açar.
Üç: İslami ilimlerde orijinalite ve katkı yapmak mevcut binaya yeni tuğlalar koymakla mümkün olur. Bir İslam âlimi orijinalite ve katkı olarak, eskiyi tamamen yıkıp sıfırdan yeni bir ilim ve ilim sistemi inşa etmeyi görmez. İhya ve tecdit, İslam’ı yenilemek değildir, uygulamayı yenilemektir. Çünkü İslam kemale ermiştir ancak Müslümanların uygulamalanndaki bidat ve sapmalan düzeltmek ve değişen şartlar içinde şer’i ahkâmın ve Nebevi sünnetin nasıl tatbik edileceğini göstermektir.
Dört: Edep sahibidir. Edep sahibi olmayan insan âlim kabul edilmez. Edep eğitimi ilim eğitiminden öncedir. Edebin ölçüsü de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetidir.
Beş: İlmi geçim kaynağı bir kariyer olarak görmez; bir ibadet olarak görür. İlim öğretirken amacı dünyalık menfaatler elde etmek değil, Allah nzası için beşere hizmettir.
Altı: Öğrendiklerini önce kendisi uygular. İlmiyle amel eder. İlmi merakını gidermek veya kariyerinde ilerlemek için değil, kemale ererek Allah’ın nzasını kazanmak için öğrenir ve öğretir. İslam eğitiminin amacı ihsan sahibi insan-ı kâmil yetiştirmektir.
Yedi: Âlim takva sahibidir; azimetle amel eder, şüpheli şeyleri vc ruhsatlan terk eder. Ama fetva verirken vera (takva) ile fetva vermez; muhatabın hâline en uygun neyse o şekilde fetva verir. Hakiki ilim talebelerinin ilimleriyle birlikte takvaları da artar, ilim ve takva doğru orantılı olarak artmazsa şahsiyet ve davranış problemleri ortaya çıkar. Takva sahibi olmayan âlimler, ilimlerini şahsi kaprislerini tatmin ve menfaat temini için kullanırlar, nefsin ve şeytanın aleti olurlar.
Âlim eğitiminin ilmî unsurları neler olmalıdır?
Günümüzde bir İslam âlimi asgari aşağıdaki bilgilere sahip olmalıdır. Dolayısıyla müfredatın bu donanımı sağlayacak tarzda şekillendirilmesi gerekmektedir.
Bir: Bir İslam âlimi klasik ve modern Arapça yazma ve konuşma becerisini en üst seviyede kazanmalıdır. Nitekim klasik dönemdeki bütün İslam âlimleri eserlerini Arapça olarak vermişlerdir. Günümüzde de bir İslam âlimi Arapça eser kaleme alabilecek seviyede Arapça bilmelidir.
İki: Eskilerin "Alet İlimleri" dedikleri Dil ve Belağat ilimlerini (sarf, nahiv, vad’, mantık, adabü'l-bahs, bedi, beyan, meani) sistemli bir şekilde sırasıyla öğrenmelidir.
Üç: Başta İngilizce olmak üzere Batı dillerini öğrenmeli ve bu dillerdeki ilgili literatürü rakip etmelidir.
Dört: Farsça ve Osmanlıcayı öğrenmelidir. Mümkünse başka İslam dillerini de öğrenmeye ve o dillerdeki literatürü takibe çalışmalıdır.
Beş: İslami ilimlerin bütün dallannda bilgi sahibi olup bir tanesinde uzmanlaşmalıdır. Bunu yaparken, nassi (klasik metinden okuma) ve mevdui (yeni yazılmış kitaplardan konu anlatımı şeklinde okuma) metotlarını takip etmelidir.
Altı: Modern beşeri ve sosyal bilimlerin temel meselelerine ve yaklaşımlara eleştirel bir aşinalık sahibi olmalıdır. Bu bağlamda Doğu ve Batı klasiklerini mutlaka okumalıdır.
Yedi: Güncel tartışmalar hakkında İslami yaklaşım ve yeni uygulamalara dair fikhi tartışmalar ve fetvalara aşina olmalıdır. Fıkhı mutlaka güncel hayat içinde yorumlamalıdır ki ben buna 'uygulamalı fıkıh’ diyorum.
Aynca İslam âliminin kendisini yazılı ve sözlü olarak ifade etme kabiliyetini kazanması gerekir. Makale ve kitap yazmayı, fetva vermeyi, hitabeti ve ders vermeyi (pedagoji) öğrenmesi gerekir. Bu hususlar sadece ders ile değil, uygulamanın içinde eski adıyla muitlik (asistanlık ve staj) yaparak öğrenilebilir.
Talebe Doğu ve Batı ülkelerine seyahat etmeli
Bunun yanında talebenin Doğu ve Batı ülkelerine seyahat etmesi hem yabancı dilini geliştirmesi, hem bilgi ve görgüsünü artırması, hem de oralardaki âlimlerle tanışıp istifade etmesi için son derece önemlidir. Eskiler buna rıhle derler ve çok teşvik ederlerdi. Dünyanın farklı ülkelerini gezip görmek, bir âlime, ümmetin ve beşeriyetin meselelerini daha iyi anlamasını sağlayacak bir ufuk kazandırır. Bugün saygı duyarak eserlerini okuduğumuz büyük âlimler arasında rıhle yapmayan çok nadirdir.

Sonuç olarak günümüzde kâmil manada İslam âlimi yetiştirmek son derece zor ve çok sabır gerektiren bir hedeftir. İslam dünyasında bu maksatla yola çıkan projelerin tamamı sabırsızlıktan dolayı akamete uğramıştır. Kanaatimce yukarıda sıraladığım hususlara riayet edilmemesi de günümüzde ihtiyaç duyduğumuz İslam âlimi yetişmemesinin sebeplerini ortaya koymaktadır. İslam âlimi yetiştirme meselesini halletmeden diğer ahlak, din, fikir, sanat, kültür ve medeniyet meselelerimizi halletmemiz imkânsızdır." (Prof. Dr. Recep Şentürk (Fatih Sultan Mehmet Vakıf  Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enst. Müdürü),http://www2.diyanet.gov.tr/DiniYay%C4%B1nlarGenelMudurlugu/DergiDokumanlar/Aylik/2014/eylul.pdf

Rabbim bizlere günümüzün insanını İslamın ve ilmin ışığıyla aydınlatacak Müslüman alim Hanımefendiler yetiştirmeyi nasip etsin. Amin
Gülsüm Sezen
22 Eylül 2016

SUFFE İSLAMİ İLİMLER PROGRAMI


Suffe İslami İlimler Programı, her yönden yetişmiş, kendi alanında yeterliliğe sahip olan, dünyayı İslam’ın bakış açısıyla görebilen, ülkesinde ve dünyada etkili, tüm zamanlara yön verebilecek irfan sahibi Müslüman ilim adamları ve toplum önderleri yetiştirmek maksadıyla oluşturulmuştur.
Programın uygulanmasında düsturumuz, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ilahi kelamı olacaktır.
İlim başı zahmet, sonu rahmet olan uzun ve meşakkatli bir yolculuktur. Bu yolda başarılı olmak için önümüze çıkan engellere takılmadan, yılmadan, azim ve gayretle devam şarttır. Resulullah (s.a.v.), “Yer ve gök ahalisi âlimlere gece ve gündüz dua ederler,” buyurmuştur.
Suffe İslami İlimler Programı, ilim öğrenmek, akademisyen veya araştırmacı olmak, insanlığa hizmet etmek isteyen,  her meslek dalından lisans veya yüksek lisans döneminde okuyan kız öğrenciler içindir.
Dersler Yönetim Kurulu tarafından belirlenen bir programla devam ettirilecek ve ihtiyaca göre düzenlenebilecektir.
Dört yıl devam edecek olan programda Kur’an-ı Kerim tilaveti, Klasik ve Modern Arapça, Usul İlimleri, Temel Dini ilimler, Sosyal Bilimlere Giriş ve İslam Kültür Hazinesinden seçilmiş dersler olacaktır.
Öğrencilerin ihtiyaçlarına uygun olarak barınma, yemek, ulaşım gibi konularda destek sağlanması, ikinci bir yabancı dil öğrenmelerine yardımcı olunması hedeflenmektedir.
Suffe İslami İlimler Programına öğrenci kabulü, başvuru formlarının değerlendirilmesinin ardından mülakatla gerçekleştirilecektir.
Öğrenci kabulünde not ortalamaları 3 ve üzeri olan öğrencilere öncelik tanınacaktır. Ayrıca lisansa yeni başlamış olmak, hafız olmak, sosyal aktivitelere katılıyor olmak, en az bir dili belli bir seviyede öğrenmiş olmak tercihte öncelik sebebi olacaktır.
Öğrencilerin programa devam ettikleri süre içinde lisans eğitiminde başarılı olması, derslere aksatmadan devam etmeleri, kendilerinden beklenen yükümlülükleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Öğrenci kendisinden beklenen hususları yerine getirmediğinde programla ilişiği kesilecektir.
Programa katılmak isteyenler aşağıdaki adrese mail atarak veya telefonla başvurabileceklerdir. Formu dolduran öğrencilere mülakat tarihi ayrıca bildirilecektir.
GMK Bulvarı, 84 Maltepe/ Ankara
05325519037

05432571902

10 Eylül 2016 Cumartesi

KURBAN OLSUN CANIMIZ


“Ey Peygamberim! Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku! Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. ..” (Maide, 27) diye buyurmuştur Rabbimiz.
Tarihi ilk insana dayanan Kurban ibadeti, Rabbimize yakınlaşmak için yapılır. Halisane bir niyetle, sadece onun rızasını kazanmak maksadıyla yapılır. Böylece Habil’in kurbanı gibi kabul görür indi ilahide. İnsanlar görsün desin diye yapılırsa Kabil’in kurbanına benzer.
İnsanoğlu hayvan keserek başlamıştır, Rabbine kurban vermeye. Gerekirse başımı da veririm demektir bu. Evladını kurban etmek başını vermekten bile üstün olmalıdır ki, Hz. İbrahim (a.s.) bu çetin sınava tabi tutulmuştur.
Uzun yıllar evlat bekleyen İbrahim peygamber (a.s.), yüce Allah’tan kendisine Salih bir çocuk vermesi için dua eder. Bu dua üzerine Allah ona, uysal, halim selim bir çocuk verir. Çocuk büyür nihayet çalışabilecek bir yaşa gelince İbrahim (a.s.) Zilhicce ayının 8, 9, ve 10. gecelerinde rüyasında oğlunu kurban ettiğini görür. İlahi vahye dayalı, bu kesin bilgi üzerine oğlu İsmail’e ip ve bıçak almasını, ormana oduna gideceklerini söyler. Bu her zaman yaptıkları işlerden biridir. İp, balta ve bıçak alırlar. Mekke civarındaki, Mina mevkiine varınca rüyasını oğluna anlatır. “Yavrum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi, boğazladığımı gördüm, ne dersin bir düşün bakalım” der. İsmail hiç tereddüt etmeden “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” Karşılığını verir. Bunun üzerine İbrahim (a.s.) oğlu İsmail’i yüzüstü yere yatırır. Birkaç defa kesmeyi dener, fakat bıçak kesmez. İbrahim peygamber zor ve büyük sınavı kazanmıştır.
Yüce Allah İbrahim peygambere şöyle seslenir.
Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz görevini en güzel biçimde yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” Yüce Allah güzel bir koç verir, İbrahim peygamber bu koçu kurban eder.
Kur’an’da bu husus şöyle ifade edilir: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat, 100-110)
Hadislerde kurban bayramında kesilen kurbanlar “Udhiyye” kelimesiyle ifade edilmiştir. Özel anlamda kurban ibadetini yerine getirebilmek için kurbanlık bir hayvanın kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesilmesi gerekir.
Kur’an’da bu husus zebh, nahr ve mensek kelimeleriyle ifade edilmiş, kurbanın etinin yenilmesinden ve fakirlere verilmesinden söz edilmiştir. Dolayısıyla kurbanlık hayvanı kesmeden bedelini fakirlere vermekle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz.
Şu ayetler bu gerçeği açıkça ifade etmektedir: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları sizin hizmetinize verdik.” (Hac, 36)
Kurbanın eti ve kanı değildir muradımız, kulluğumuzu göstermektir.
“Elbette kurbanlıkların ne etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız ve ihlâsınız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Görevlerini işlerini ibadetlerini en güzel biçimde yapanları müjdele.” (Hac, 37)
Enes b. Malik; “Hz. Peygamber boynuzlu, alaca iki kurban kesti, Kurbanlarını bizzat kendi eli ile boğazladı boğazlarken besmele çekti ve tekbir getirdi, ayaklarını boynuzlarının üzerine koydu.” demiştir.
Sahabeden Cündeb ibni Süfyan’ın bildirdiğine göre Efendimiz “Kim bayram namazından önce keserse yerine başka bir kurbanı kurban kessin. Kim kurbanını kesmemişse, Bismillah diyerek kessin” buyurmuştur.
“Kimin kurban kesmeye gücü yeter de kurban kesmezse namazgâhımıza yaklaşmasın” (Tirmizi, Edahi, 18, İbn Mace, Edahi, 2)
“Bugün ilk yapacağımız iş bayram namazını kılmaktır. Sonra gidip kurbanlarımızı keseceğiz. Kim böyle yaparsa benim sünnetime uymuştur. Kim bayram namazından önce kurban keserse bu aile fertleri için hazırladığı et olur. Bu kurban ibadeti olmaz.” (Müslim, Edahi, 7)
Kurbanın kanı yere düşmeden sevabı Allah katındaki yerine ulaşır.
“Âdemoğlu Kurban bayramı günü Allah’a kurban ibadetinden daha sevimli bir ibadet işlemiş olmaz. Çünkü kurban, boynuzları, tüyleri ile birlikte getirilir. Kesilen kurbanın kanı yere düşmeden Allah katındaki yerine ulaşır. Nefsi kurban ile hoşnut edin.” ( Tirmizi, Edahi, 1)
Sahabenin Kurban nedir? Sorusuna Peygamberimiz (s.a.v.)  “Babanız İbrahim’in sünnetidir.” Diye cevap vermiştir. “Ey Allah’ın elçisi, kurban ibadetinden bize ne kadar sevap verilir?” sorusuna; “Yünlerinin her bir kılına, on hasene sevap verilir.” Buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kızı Fatımaya, “Kalk, kesilen kurbanın yanında hazır bulun, çünkü akan ilk kandamlası ile günahların bağışlanır.” buyurmuştur. “Hem bizim, hem de bütün Müslümanlar için, kim gönül hoşluğu ile Allah’tan sevabını umarak kurban keserse, bu kurban onun için cehennem ateşine karşı kalkan olur.” buyurmuşlardır. (Taberani rivayet etmiştir.)
Her mümin canını vermek ister Allah Yolunda ama herkese emredilmiş değil.
Hanefilere göre akıllı, buluğa ermiş, hür, mukim ve dinen zengin olan; Maliki, Şafii ve Hanbelîlere göre mukim veya misafir her Müslüman kurban kesmekle yükümlüdür.
Kurban ibadeti için dinen zenginlik ölçüsü, kişinin temel ihtiyaçları ve borçlarının dışında 80.18 gr. altın veya bunun değerinde para ve eşyaya sahip olmaktır. Kurban ibadetinde, zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve malın artıcı olması şart değildir.  Misafirler misafirlikte iken kurban keserlerse kurban sevabını almış olurlar. Aynı şekilde üzerlerine vacip olmadığı halde fakirler de kurban keserlerse kurban sevabını almış olurlar.
Kurban İbadetinin Geçerli Olmasının Şartları:
  1. Kurban vaktinde kesilmelidir. Kurban kesme vakti, Hanefilere göre bayramın birinci günü, bayram namazını kıldıktan sonra üçüncü günü güneş batımına kadardır. Kurban zamanında kesilemezse bedeli tasadduk edilir, fakat kurban ibadeti yerine gelmiş olmaz.
  2. Kesilecek hayvanın deve, sığır, manda, keçi cinsi, olmalı, deve 5, sığır ve manda 2, koyun ve keçi 1 yaşını ikmal etmiş olmalıdır. Bir yaşında görülen 6 aylık gürbüz kuzu kurban edilebilir. (EbuDavud Dahaya,) 
  3. Koyunun erkeği (koç) faziletlidir. Deve, sığır ve manda en fazla yedi kişi tarafından ortaklaşa kesilebilir.  Koyun ve keçi sadece bir kişi tarafından kurban edilebilir. Kurbanlık hayvan kesilmeden kaybolur veya ölürse yerine yeniden kurbanlık alınması gerekir.                                                                                                
    1. Kurbanlık hayvan, sağlıklı, organları tam ve besili olmalı, ölümcül hasta, çok zayıf, iki veya bir gözü kör, kesim yerine yürüyemeyecek kadar topal, kulakları, boynuzları, kuyruğu ve memeleri kökünden kesik veya kopuk,  doğuştan kulaksız, dişlerinin çoğu dökülmüş olmamalıdır.
    2. Niyet ve ihlâs olmalıdır. Ortaklaşa kesilen kurbanda hepsinin niyeti kurban kesmek olmalıdır.
    3. Kurbanı kişinin ya bizzat kendisi kesmeli veya kesebilecek birine vekâlet vermelidir. Peygamberimiz kurbanını bizzat kendisi kesmiştir. (Ebu Davut, Dahaya, 2)
    Kurban Kesmenin Usulü
    Kurbanlık hayvan, kurban kesim yerlerinde kesilmeli, cadde, sokak ve parklarda kesilmemelidir. Hayvan yüzü kıbleye gelecek şekilde eziyet edilmeden yatırılmalı, gerekiyorsa ayakları bağlanmalı, keskin bir bıçak ile besmele ile tekbir ile kesilmelidir.
     Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ben Hak’ka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Enam, 79) ve  “Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de yaşamam da, ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim” (Enam, 162-163) anlamındaki ayetleri okumuş ve “Bismillah Allahuekber” diyerek kurbanını kesmiştir. Kurban kesim esnasında etraf kirletilmemelidir. Çevreyi kirletmek imanla bağdaşmayan bir davranıştır. Kurban atıkları çöpe veya gelişigüzel bir yere atılmamalı, toprağa gömülmelidir.
    Kurbanın yenilebilecek hiçbir şeyi zayi edilememeli, derisi hayır kurumlarına verilmelidir. Etinden aile fertlerine ve misafirlere ikram edilmeli, kurban kesemeyen fakirlere de tasadduk edilmelidir. Kurban kesenin, aile fertleri kalabalık, maddi durumu çok iyi değilse kurban etinin bir kısmını daha sonraki günlere saklayabilir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Kurban kesebilenlerin, kesemeyenlere imkân sağlaması için kurban etlerinin üç günden sonraya bırakılmasını yasaklamıştım. Artık bundan böyle kurban etini yiyin, yedirin ve daha sonraki günleriniz için saklayabilirsiniz.” buyurmuştur. (Tirmizi, Edahi, 12) Kurban eti dağıtılırken, etin en iyi yerlerinden vermeye dikkat edilmelidir.
    Rabbim kurbanımızı kabul eyleye. Kurban ibadeti vesilesiyle canlarımızı kendisine yakın eyleye. Kurban Bayramı vesilesiyle kullarıyla bizi yakın eyleye. 15 Temmuz’da ve daha önceleri bu vatan için canını kurban edenlerin şefaatlerine nail eyleye…