1970'te doğdu, talebelik, öğretmenlik, vaizlik, yazmak, en önemlisi annelik bütün hayatı

23 Kasım 2017 Perşembe

Sen Allah’ı görmüyorsun ama O seni görüyor.

Hz. Ömer Efendimiz (r.a.) lisanen çok az hadis rivayet etmiştir. Onların hepsi de dinin temel prensipleriyle ilgilidir. Bunlardan biri de Cibril hadisi adıyla meşhur olmuştur. İmam Nevevi’nin Kırk hadisinin ikincisidir. Birincisi niyet hadisi idi…
Hz. Ömer Efendimiz şöyle anlatıyor:
“Biz bir gün Allah Resulünün (s.a.v.) yanında otururken hiç tanımadığımız bir kimse çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah idi. Üzerinde herhangi bir yolculuk alameti de yoktu. Doğruca Resulullahın (s.a.v.)  yanına oturup dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini de dizlerinin üzerine koyarak şöyle dedi:
“Ey Muhammed (s.a.v.) İslâm nedir?”
Allah Resulü (s.a.v.) “İslam, Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, gücün yettiği zaman hacca gitmendir.”
“Doğru söyledin,” dedi. “İman nedir?”
Biz onun hem sorup hem de tasdik etmesinden dolayı şaşırmıştık.
Allah Resulü (s.a.v.): “İman, Allah’a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır,” buyurdu.
O kimse, “Doğru söyledin, peki kıyamet ne zaman?” Dedi.
Allah Resulü (s.a.v.) “Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir” buyurdu.
“Öyleyse kıyametin alâmetlerinden bahset,” dedi.
Efendimiz (s.a.v.) “Cariyenin efendisi, doğurması ve ayakkabısız, çıplak ve fakir koyun çobanlarının bina yapma yarışına girdiklerini görmendir,” buyurdu.
Bu kimse ayrıldıktan sonra bir süre bekledim.
Allah Resulü (s.a.v.), “Ey Ömer! Biliyor musun soru soran kimdi?” buyurdu.
“Allah Resulü (s.a.v.) daha iyi bilir,” dedim
Efendimiz (s.a.v.) de “O Cebrail’di. Size dininizi öğretmek üzere geldi.” buyurdu.
İman ve İslam
Cibril hadisi olarak bildiğimiz bu hadisi şerif dinin bütün inanc ve ibadet esaslarını taşır, bedeni ve kalbi amelleri kapsar. Şer’i ilimleri, tasavvuf ve ahlakın özünü, Müslümanın hayat tasavvurunu içine alır.
Bu yüzden hadis âlimleri onu, hadislerin anası manasında “Ümmü’s-Sünne” diye adlandırırlar. Tıpkı Fatiha suresine “Ümmü’l Kitab” denilmesi gibi… Çünkü O da Kur’an’ın bütün manalarını içermektedir.
Hadiste konuların ele alınış sırası dikkate değer bir husustur. Zahirden batına doğru bir Müslümanın karakteri resmedilmektedir.
Efendimiz (s.a.v.) önce İslam’ın şartlarını sonra iman esaslarını bildirilmiştir. Bu esaslar dahi bir sıraya konulmuştur. Bize kadar da tevatüren gelmiş ve bizde bu konuları önem sırasına göre bu şekilde öğrenmişizdir.
Hucurat Suresinde Arabilere iman ettik dediklerinde “Müslüman olduk deyin, iman henüz kalplerinize yerleşmedi. fakat Allah'a ve Resulune itaat ederseniz amellerinizden hiç birşey eksiltirmez,” (Hucurat,14) emredildiği ve imanın zamanla kalpte yerleşeceği düşünülürse önce zahiri ameller bildirilmiştir.
Kelime-i şehadet dinin kapısıdır. Onun direkleri namaz, duvarları oruç, çatısı zekât ve pencerelerini hac olarak düşünebiliriz. Bu ibadetlerin her biri Müslümana bir kimlik kazandırır.
İman kalbin bir ameli, evin temeli yerindedir. İman olmadan yapılan bütün ameller boşa gider. Nitekim münafık da bu amelleri işlemektedir.
İman öncelikle Allah’ın varlığına birliğine, bütün cemal ve kemal sıfatlarla mevsuf olduğuna, noksanlıklardan münezzeh olduğuna, cümle mahlûkatı yarattığına ve her an üzerlerinde dilediği gibi tasarrufta bulunduğuna inanmaktır.
Sonra, her an Allah’ın emirlerini yerine getirmekte olan meleklerine, Onun dinini insanlara haber vermekle görevlendirilmiş, mucizelerle desteklenmiş, sadık peygamberlerine, onlara verilen kitaba, ahiret gününe, kıyamete, dirilişe, haşre, hesaba, mizana, sırata cennet ve cehenneme inanmaktır.
Rabbimizin ve “Biz her şeyi bir kader üzere yarattık” (Kamer, 49) ayeti kerimesinde birçok ayette emrettiği üzere kadere inanmak da imanın şartlarından biridir.
İbn Abbas (r.a.)’ten rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (s.a.v.) “Biliniz ki, bir grup insan size bir fayda vermek için toplansa Allah’ın yazdığından fazla bir şey veremezler. Ve bir grup insan da sana bir zarar vermek isteseler Allah’ın yazdığından başka bir şey yapamazlar.” buyurmuştur.
İhsan, İman ve İslam’ın özü:
İslam ve İman şeriatın özü ve aslıdır. İhsan ise bu amelleri güzelleştiren ve mümine bir hayat tasavvuru, olgun bir şahsiyet kazandıracak olan özdür.
İhsan, dilimizde infak ve sadaka kelimeleri ile eşleştirilmiş olsa da, güzelleştirmek demektir. Müminin kalbini güzelleştirmesi, güzel duygularla ve düşüncelerle donatması, halisane Allah’a yönelmesi demektir.
İhsan Allah’ı görüyormuş gibi davranmaktır. Efendimiz (s.a.v.) “Sen Allah’ı görmüyorsun ama O seni görüyor,” buyurmaktadır.
İhsan imanı derinleştiren, amelleri, ahlakı güzelleştiren bir şuur halidir. Bir Müslümanda bu şuur oluştuktan sonra o artık gerçek bir imana sahip olur. Kime iman ediyorum, kime ibadet ediyorum, kimden ummalı ve kimden çekinmeli bilir. Yalnız Rabbine yönelir.
İhsan, niyetini halis tutma ve işini en güzel şekilde yapma şuurudur. İhsan, haramdan uzak durma helali israf etmeme şuurudur. Neticede ahirette hepsi karşısına çıkacaktır.
İhsan, bir gönül kırmama, bir canlıya zarar vermeme, kamu malını koruma ve dahi Allah’ın yarattığı her bir zerreye karşı şefkat nazarıyla davranma, Allah’ın kullarına faydalı olma şuurudur.
Öyleyse kul Rabbini görmek hissiyatıyla yaşamalıdır. O’nun her an gördüğünü bir an olsun unutmamalıdır. Tıpkı Yunus Emre’nin kimseden gizli bir köşe bulamayıp da elindeki hayvanı kesemediği gibi…
Sorulan sorandan daha bilgili değil!
Bu soru, bizlere bir farkındalık kazandırmaya yöneliktir. Dünyanın gelip geçici olduğu ve insanların dünyada ebedi kalacağını zannederek yaşadıkları farkındalığı…
Bir ibret nazarı, bir Müslüman zihniyeti kazanmak için dünyanın geçiciliğini anlamak temel bakış açısıdır.
Dünya geçicidir, vakit daralmıştır, kulluğumuzu daha iyi yapmak için daha gayretli olmak elzemdir. İnsan ölecek, dünyanın kıyameti kopacak, bu dünyaya çakılan kazıklar yok olup gidecektir.
Bu şuurla her an uyanık olmak, her an kendini kontrol etmek, şeytana ve düşmana aman vermemek, nefsine uymamak hali kazanır Müslüman.
Cariyenin Efendisini doğurmasını hadis âlimleri bir müjde olarak yorumlamışlardır. Fetihler artacak, İslam beldeleri çoğalacak, cariyeler çocuk doğurmakla Müslümanların sayısı artacaktır, denilmiştir.
Cariye çocuk doğurduğu vakit efendisine nispetle çocuğu da efendisi yerinde olacaktır. Bunu cahilliğin artacağı, çocuğun annesine hürmet etmemesi şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Yüksek binaların artması da zenginliğin artması ya da gösterişin artması şeklinde farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Öğreten ve öğrenenin edepleri:
Hadis âlimleri bu hadisi şerifi bir de eğitim psikolojisi açısından ele almışlardır.
Öncelikle soru-cevap şeklinde bir mizansen öğretimde etkili bir yöntemdir. Cebrail (a.s.) insan kılığında gelip İslam’ın temel prensiplerini sorarak öğrenmeyi göstermiş, soru sormanın ve öğrenmenin edeplerini de göstermiştir.
Bir öğrenci olarak öğrenmeye tertemiz bir kıyafetle gelmiş, kemali edeple hocasının huzuruna oturmuştur. Hocanın tam önüne hem de dizlerini yaklaştıracak şekilde oturmuş, ellerini dizlerinin üzerine koyarak bütün dikkatini hocasına vermiştir.
Sorularını öğrenmek kastıyla, net ve anlaşılır şekilde sormuş, dolayısıyla net cevaplar almıştır. Böylece Cibril (a.s.) ilim talebesinin edeplerini göstermiştir.
Efendimiz (s.a.v.) de soru sorana, ilim talep edene cevap verilmesi gereğini bizzat uygulayarak göstermiştir.
Yine Efendimiz (s.a.v.) Kıyametle ilgili soruya “Bilmiyorum,” demek suretiyle, âlimin en önemli edebini göstermiştir. Her şeyi bilen Bir Allah’tır ve kullar her soruya cevap verirse yalan söylemiş olurlar. “Bilmiyorum,”  demek ilmin yarısıdır.
Hz. Ömer, bir dinleyici olarak konuşmanın arasına girmeden dikkatli bir şekilde dinlemiş, konuşmayı bölüp araya girmemiş, şaşırdığı merak ettiği bir hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir açıklama yapıncaya kadar edeple oturup beklemiştir.
Yine Efendimiz (s.a.v.) kendisine bir soru yönelttiğinde ki bu talebenin dikkatini celbetmeye yönelik bir sorudur, hemen bilgiçlik taslayıp cevap vermemiş “Allah ve Resulü daha iyi bilir,” diyerek edeple cevabı beklemiştir.
Bir ilim talebesi de hocanın huzurunda böyle davranmalıdır. Bu edepler sayesinde Allah ilmin kapılarını açar ve İmama Neveviler, Ebu Hanifeler, İmam Gazaliler yetişir.
Rabbim efendimiz (s.a.v.)’in sünnetinden feyz almayı ve şefaatlerini nasip eylesin.
Not: İlim Öğrenmenin edepleri konusuna İmam Gazali’nin İhya’sından bakmakta fayda vardır.
Kaynak; İmam Nevevi (h.676), Şerhu Erbeıyn en-Neveviyye
            İbn Dakiyk el-Iyd (706), Şerhu Erbeıyn en-Neveviyye

Gülsüm Sezen

23 Kasım 2017