Hz. Ömer
Efendimiz (r.a.) lisanen çok az hadis rivayet etmiştir. Onların hepsi de dinin
temel prensipleriyle ilgilidir. Bunlardan biri de Cibril hadisi adıyla meşhur
olmuştur. İmam Nevevi’nin Kırk hadisinin ikincisidir. Birincisi niyet hadisi
idi…
Hz. Ömer
Efendimiz şöyle anlatıyor:
“Biz bir gün
Allah Resulünün (s.a.v.) yanında otururken hiç tanımadığımız bir kimse
çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah idi. Üzerinde herhangi bir yolculuk
alameti de yoktu. Doğruca Resulullahın (s.a.v.)
yanına oturup dizlerini onun dizlerine dayadı, ellerini de dizlerinin
üzerine koyarak şöyle dedi:
“Ey Muhammed
(s.a.v.) İslâm nedir?”
Allah Resulü (s.a.v.)
“İslam, Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna
şahitlik etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman,
gücün yettiği zaman hacca gitmendir.”
“Doğru söyledin,”
dedi. “İman nedir?”
Biz onun hem
sorup hem de tasdik etmesinden dolayı şaşırmıştık.
Allah Resulü
(s.a.v.): “İman, Allah’a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret
gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır,” buyurdu.
O kimse, “Doğru
söyledin, peki kıyamet ne zaman?” Dedi.
Allah Resulü
(s.a.v.) “Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir” buyurdu.
“Öyleyse
kıyametin alâmetlerinden bahset,” dedi.
Efendimiz
(s.a.v.) “Cariyenin efendisi, doğurması ve ayakkabısız, çıplak ve fakir koyun
çobanlarının bina yapma yarışına girdiklerini görmendir,” buyurdu.
Bu kimse
ayrıldıktan sonra bir süre bekledim.
Allah Resulü
(s.a.v.), “Ey Ömer! Biliyor musun soru soran kimdi?” buyurdu.
“Allah Resulü
(s.a.v.) daha iyi bilir,” dedim
Efendimiz
(s.a.v.) de “O Cebrail’di. Size dininizi öğretmek üzere geldi.” buyurdu.
İman ve İslam
Cibril hadisi olarak bildiğimiz bu hadisi şerif
dinin bütün inanc ve ibadet esaslarını taşır, bedeni ve kalbi amelleri kapsar.
Şer’i ilimleri, tasavvuf ve ahlakın özünü, Müslümanın hayat tasavvurunu içine
alır.
Bu yüzden hadis âlimleri onu, hadislerin anası
manasında “Ümmü’s-Sünne” diye adlandırırlar. Tıpkı Fatiha suresine “Ümmü’l
Kitab” denilmesi gibi… Çünkü O da Kur’an’ın bütün manalarını içermektedir.
Hadiste konuların ele alınış sırası dikkate
değer bir husustur. Zahirden batına doğru bir Müslümanın karakteri
resmedilmektedir.
Efendimiz (s.a.v.) önce İslam’ın şartlarını
sonra iman esaslarını bildirilmiştir. Bu esaslar dahi bir sıraya konulmuştur.
Bize kadar da tevatüren gelmiş ve bizde bu konuları önem sırasına göre bu
şekilde öğrenmişizdir.
Hucurat Suresinde Arabilere iman ettik
dediklerinde “Müslüman olduk deyin, iman henüz kalplerinize yerleşmedi. fakat Allah'a
ve Resulune itaat ederseniz amellerinizden hiç birşey eksiltirmez,” (Hucurat,14)
emredildiği ve imanın zamanla kalpte yerleşeceği düşünülürse önce zahiri
ameller bildirilmiştir.
Kelime-i şehadet dinin kapısıdır. Onun
direkleri namaz, duvarları oruç, çatısı zekât ve pencerelerini hac olarak
düşünebiliriz. Bu ibadetlerin her biri Müslümana bir kimlik kazandırır.
İman kalbin bir ameli, evin temeli yerindedir.
İman olmadan yapılan bütün ameller boşa gider. Nitekim münafık da bu amelleri
işlemektedir.
İman öncelikle Allah’ın varlığına birliğine,
bütün cemal ve kemal sıfatlarla mevsuf olduğuna, noksanlıklardan münezzeh olduğuna,
cümle mahlûkatı yarattığına ve her an üzerlerinde dilediği gibi tasarrufta
bulunduğuna inanmaktır.
Sonra, her an Allah’ın emirlerini yerine
getirmekte olan meleklerine, Onun dinini insanlara haber vermekle
görevlendirilmiş, mucizelerle desteklenmiş, sadık peygamberlerine, onlara
verilen kitaba, ahiret gününe, kıyamete, dirilişe, haşre, hesaba, mizana,
sırata cennet ve cehenneme inanmaktır.
Rabbimizin ve “Biz her şeyi bir kader üzere
yarattık” (Kamer, 49) ayeti kerimesinde birçok ayette emrettiği üzere kadere
inanmak da imanın şartlarından biridir.
İbn Abbas (r.a.)’ten rivayet edilen bir hadiste
Efendimiz (s.a.v.) “Biliniz ki, bir grup insan size bir fayda vermek için
toplansa Allah’ın yazdığından fazla bir şey veremezler. Ve bir grup insan da
sana bir zarar vermek isteseler Allah’ın yazdığından başka bir şey yapamazlar.”
buyurmuştur.
İhsan, İman ve İslam’ın özü:
İslam ve İman şeriatın özü ve aslıdır. İhsan
ise bu amelleri güzelleştiren ve mümine bir hayat tasavvuru, olgun bir şahsiyet
kazandıracak olan özdür.
İhsan, dilimizde infak ve sadaka kelimeleri ile
eşleştirilmiş olsa da, güzelleştirmek demektir. Müminin kalbini
güzelleştirmesi, güzel duygularla ve düşüncelerle donatması, halisane Allah’a
yönelmesi demektir.
İhsan Allah’ı görüyormuş gibi davranmaktır.
Efendimiz (s.a.v.) “Sen Allah’ı görmüyorsun ama O seni görüyor,”
buyurmaktadır.
İhsan imanı derinleştiren, amelleri, ahlakı
güzelleştiren bir şuur halidir. Bir Müslümanda bu şuur oluştuktan sonra o artık
gerçek bir imana sahip olur. Kime iman ediyorum, kime ibadet ediyorum, kimden
ummalı ve kimden çekinmeli bilir. Yalnız Rabbine yönelir.
İhsan, niyetini halis tutma ve işini en güzel
şekilde yapma şuurudur. İhsan, haramdan uzak durma helali israf etmeme
şuurudur. Neticede ahirette hepsi karşısına çıkacaktır.
İhsan, bir gönül kırmama, bir canlıya zarar
vermeme, kamu malını koruma ve dahi Allah’ın yarattığı her bir zerreye karşı
şefkat nazarıyla davranma, Allah’ın kullarına faydalı olma şuurudur.
Öyleyse kul Rabbini görmek hissiyatıyla
yaşamalıdır. O’nun her an gördüğünü bir an olsun unutmamalıdır. Tıpkı Yunus
Emre’nin kimseden gizli bir köşe bulamayıp da elindeki hayvanı kesemediği gibi…
Sorulan sorandan daha bilgili değil!
Bu soru, bizlere bir farkındalık kazandırmaya
yöneliktir. Dünyanın gelip geçici olduğu ve insanların dünyada ebedi kalacağını
zannederek yaşadıkları farkındalığı…
Bir ibret nazarı, bir Müslüman zihniyeti
kazanmak için dünyanın geçiciliğini anlamak temel bakış açısıdır.
Dünya geçicidir, vakit daralmıştır, kulluğumuzu
daha iyi yapmak için daha gayretli olmak elzemdir. İnsan ölecek, dünyanın kıyameti
kopacak, bu dünyaya çakılan kazıklar yok olup gidecektir.
Bu şuurla her an uyanık olmak, her an kendini
kontrol etmek, şeytana ve düşmana aman vermemek, nefsine uymamak hali kazanır Müslüman.
Cariyenin Efendisini doğurmasını hadis âlimleri
bir müjde olarak yorumlamışlardır. Fetihler artacak, İslam beldeleri çoğalacak,
cariyeler çocuk doğurmakla Müslümanların sayısı artacaktır, denilmiştir.
Cariye çocuk doğurduğu vakit efendisine nispetle
çocuğu da efendisi yerinde olacaktır. Bunu cahilliğin artacağı, çocuğun annesine
hürmet etmemesi şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Yüksek binaların artması da
zenginliğin artması ya da gösterişin artması şeklinde farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Öğreten ve öğrenenin edepleri:
Hadis âlimleri bu hadisi şerifi bir de eğitim
psikolojisi açısından ele almışlardır.
Öncelikle soru-cevap şeklinde bir mizansen
öğretimde etkili bir yöntemdir. Cebrail (a.s.) insan kılığında gelip İslam’ın
temel prensiplerini sorarak öğrenmeyi göstermiş, soru sormanın ve öğrenmenin
edeplerini de göstermiştir.
Bir öğrenci olarak öğrenmeye tertemiz bir
kıyafetle gelmiş, kemali edeple hocasının huzuruna oturmuştur. Hocanın tam
önüne hem de dizlerini yaklaştıracak şekilde oturmuş, ellerini dizlerinin
üzerine koyarak bütün dikkatini hocasına vermiştir.
Sorularını öğrenmek kastıyla, net ve anlaşılır
şekilde sormuş, dolayısıyla net cevaplar almıştır. Böylece Cibril (a.s.) ilim
talebesinin edeplerini göstermiştir.
Efendimiz (s.a.v.) de soru sorana, ilim talep
edene cevap verilmesi gereğini bizzat uygulayarak göstermiştir.
Yine Efendimiz (s.a.v.) Kıyametle ilgili soruya
“Bilmiyorum,” demek suretiyle, âlimin en önemli edebini göstermiştir. Her şeyi
bilen Bir Allah’tır ve kullar her soruya cevap verirse yalan söylemiş olurlar.
“Bilmiyorum,” demek ilmin yarısıdır.
Hz. Ömer, bir dinleyici olarak konuşmanın
arasına girmeden dikkatli bir şekilde dinlemiş, konuşmayı bölüp araya girmemiş,
şaşırdığı merak ettiği bir hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir açıklama
yapıncaya kadar edeple oturup beklemiştir.
Yine Efendimiz (s.a.v.) kendisine bir soru
yönelttiğinde ki bu talebenin dikkatini celbetmeye yönelik bir sorudur, hemen
bilgiçlik taslayıp cevap vermemiş “Allah ve Resulü daha iyi bilir,” diyerek
edeple cevabı beklemiştir.
Bir ilim talebesi de hocanın huzurunda böyle
davranmalıdır. Bu edepler sayesinde Allah ilmin kapılarını açar ve İmama
Neveviler, Ebu Hanifeler, İmam Gazaliler yetişir.
Rabbim efendimiz (s.a.v.)’in sünnetinden feyz
almayı ve şefaatlerini nasip eylesin.
Not: İlim Öğrenmenin
edepleri konusuna İmam Gazali’nin İhya’sından bakmakta fayda vardır.
Kaynak; İmam
Nevevi (h.676), Şerhu Erbeıyn en-Neveviyye
İbn Dakiyk el-Iyd (706), Şerhu
Erbeıyn en-Neveviyye
Gülsüm
Sezen
23
Kasım 2017