1970'te doğdu, talebelik, öğretmenlik, vaizlik, yazmak, en önemlisi annelik bütün hayatı

29 Nisan 2016 Cuma

NİYET NE İSE



Allah u zülcelal Hazretlerinin hicreti emrettiği, Ashab-ı Kiram’ın yavaş yavaş Medine’ye hicret ettiği günlerdi. Herkes malını mülkünü evini geride bırakıp Medine’ye hicret ediyordu. Öyle zor günlerdi ki, bazıları ailelerini bile bırakmak zorunda kalıyorlardı. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bile ailesini evini Hz. Ali Efendimiz’e emanet ederek yola çıkmıştı. Ancak dini mübini İslam’ın nuru Medine topraklarında parlamalı ve oradan bütün cihana yayılmalıydı.
İşte bu zor günlerde bir müşrik, Ümmü Kays (r.a.) ile evlenmek istedi. Bu mübarek hanım Medine’ye hicret etmek istiyordu. Adama “Müslüman olup benimle beraber hicret edersen seninle evlenirim,” demişti. Neticede hicret edip evlenmişler ve adam ashab olma şerefine nail olmuştu.
Ancak yeni Müslüman olan bu adamın durumu Ashabın arasında latife konusu olmuş, ona Muhaciru Ümmü Kays demeye başlamışlardı. Olay bir şekilde Efendimiz (s.a.v.)’e intikal edince şöyle buyurdular:
“Ameller niyetlere göredir. Kişiye niyeti vardır. Kim Allah ve Resulüne hicret etmişse Allah ve Resulüne kavuşmuştur. Kim dünya için hicret etmişse ona kavuşmuştur. Veya kim bir kadın için hicret etmişse onunla evlenmiştir. Kim neye niyet ederse ona hicret eder.” (Buhari, Bed’ü’l-vahyil, İman, 41; Nikâh, 5)
Kâinatta her şey bir niyetin eseri olduğu gibi, insanın fiilleri de bir niyetin eseridir. Bir fiilin varlık âleminde görülmesi için önce o fiilin insanın gönlünde filizlenmesi gerekir. İş gönülde tasarlanır, fikredilir, bir karara bağlanır, irade ve azmedilir, en son da yapılır.
Niyet, insanın neyi niçin yapacağına, neye yöneldiğine, ne beklediğine dair bir şuur halidir. Niyet ilk olarak gönüle gelen bir arzu, istek, bir yöneliştir. Niyet hem amaç hem beklenti hem yöneliş olduğundan yapılan işin sonucu da niyete göre belirlenir.
Gönülde beliren niyet, aklen alınan karardan öncedir. İşin kıymeti, nedeni, nasılı düşünüldüğünde dahi o işten ne beklendiği önce gönülde belirir. İşin sonunda elde edilen kazanç da tamamen niyete uygundur. Niyet çekirdek, fiil ağaç kabul edilse, sonuç da o çekirdekten zuhur eden meyvedir.
Diyelim ki, bir trene onlarca insan biner ama her birinin niyeti farklıdır. Her biri farlı bir yerde inecektir. Kimi şu iş kimi bu iş için binmiştir. Trene binerken niyeti ne ise sonuçta o işi yapar. Hatta aynı istasyonda inen her kişinin de farklı niyetleri vardır. Bundan dolayı trene binmekten dolayı bu insanlar bir kazanç elde etmezler. Kazançları niyetlerinde amaçladıkları işi yaptıklarında beklentileri karşılandığında ortaya çıkacaktır. Trene aynı istasyondan binip aynı istasyonda inen iki kişiden birisi ticaret için gidiyordur ve para kazanır; bir diğeri sevgilisiyle buluşacaktır o da onunla geçirdiği zamanı kazanır. Velev ki, bu kişiler yola çıkarken bu niyetlerini başka bir şeyle örtmüş olsunlar.
Hadisi Şerif’te ifade edilen “Kişiye niyeti vardır,” ifadesi tam da bunu anlatır. Pazara gidiyorum diyerek evden çıkan, pazara çalmak niyetiyle de gidiyor olabilir, fukaraya yardım için de gidiyor olabilir, dost aramak için de… Bu niyetlerin her biri pazara gitmek fiilinin arkasında gizlenmiştir.
Niyet gönüllerde gizlidir. Biz kalbimizde gizli olan niyeti zahirdeki bir fiille örteriz. Niyetimizi kimse bilmez. Bunu ancak Allah bilir. “Gizleseniz de açıklasanız da Allah kalplerinizde olanı bilir.” (Ali İmran, 29) buyrulmuştur. İmanın da paranın da kim de olduğu bilinmez denilmez mi?
Biz müminler de iman etmişiz ki, amellerimizin sonucu kalplerimizde gizli olan niyete göredir. İnsan kırk yıl başını secdeden kaldırmasa gözümüzün önünde, kalbinde iman yoksa ahirette hiç nasibi yoktur. Eğer dünyada bir beklentisi varsa, birilerine yaranacaksa, ticareti bol olacaksa veya başka bir isteği varsa sadece onu elde eder. Allah (c.c.) buyurur ki, “Kim Ahiret kazancını istiyorsa onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz. Onun ahirette bir nasibi olmaz” (Şura, 20)
Kişinin niyetine göre dünyayı, kendini, varlığı anlamlandırır. Niyeti onun bütün yaşamını, gayesini, dünya hayatından beklentisini belirler.
Mümin kişi Allah’ın rızasını kazanmayı, cenneti arzulayıp cehenneme düşmekten korkar. Hayatını bu niyetine göre tanzim eder. Şahsiyeti de buna uygun olarak şekillenir. Artık onun adi basit fiilleri dahi ibadete dönüşür.
Yoldan geçen bir ihtiyarcık düşmesin diye taşı kaldırıveren sadaka sevabı kazanırken, bir bakarsınız ki Hz. Ali Efendimizin uykusu cihad oluverir. “Bu gece teheccüde kalkmadın, ne çok uyudun,” diyenlere “Bu gün düşmanla cenk günüdür. Kâfirin karşısında güçlü olmak için uyudum,” buyururlar.
Müminin yemesi içmesi, ailesine hizmeti, arkadaşıyla sohbeti, ticareti dahi ibadet oluverir. Efendimiz (s.a.v.) “Benim yaşamam da ölmem de gülmem de ağlamam da hep Allah içindir,” buyurmaz mı?
İmanı olmayan, dünyaya yahut benliğine tapan, ahireti tanımaya insanlar için, ibadetler dahi günaha girmeye vesile olur.
Namazı kılmamak günah iken ayıplanmak korkusuyla kılmamak şirk olur maazallah. O kişi insanların takdirini elde edeyim derken, imanı bozulur.
Hac ibadeti mümini cümle günahlarından arındıracak bir ibadet iken haccı ticaret, mevki, şöhret vb… niyetlerle yapılırsa, kişi bunlara kavuşsa da imanı tehlikeye düşer.
Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’e “Para ve şöhret için cihad eden biri sevap kazanır mı?” diye sorduklarında; “Hayır hiçbir şey kazanmaz” derler. Bu soru kendisine üç defa sorulunca Mübarek “Allah (c.c.) yalnız kendisi için yapılan ibadetleri kabul eder. Başkasını değil!” buyururlar. (Nesai, Cihad, 24)
Yüce Rabbim! Yaptığımız işleri kalbimizdeki niyetlere göre değerlendirir. Kalp nazargah-ı İlahidir. Orada ne olduğunu bilen O’dur. Ondan bir şey gizlenmez. O kuluna kalbinde bulduklarına göre muamaele eder. Efendimiz (s.a.v.) de bu konuda “Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize bakmaz, kalblerinize bakar.” (Riyazusssalihin-5) buyurmuştur.       
Rabbimizin kalplerimizde bulduğu, samimi bir iman, azap korkusu, rahmet ümidi ve kulluk iştiyakı ola.


24 Nisan 2016 Pazar

SUFFE AKADEMİ: SUFFE AKADEMİ: ARAYIŞ

SUFFE AKADEMİ: SUFFE AKADEMİ: ARAYIŞ: SUFFE AKADEMİ: ARAYIŞ : Gökte şimşek çakmıyor Yere yağmur düşmüyor Ne fırtına var ne tipi ne kar Oysa benim içimde kasırgalar Sevgil...

HZ. MERYEM

Mescid-i Aksa'da Hz. Meryem'in ibadet ettiği yer

Yüce Rabbimiz, hidayet rehberi kitabında, peygamberlerin ve salih kimselerin hayatlarından örnekler vermesi, Kur’an ahlakını içselleştirmemiz ve hayatımıza yansıtmamız içindir.
 “Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.”[1]
Hz. Meryem kadın, erkek her birimizin örnek alması gereken eşsiz bir şahsiyettir. Zira o bizzat Rabbi tarafından övgüye mazhar olmuştur.  
“Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O Rabbine gönülden bağlı olanlardandı.”[2]
Meryem’in kelime anlamı “dindar kadın”dır. Kimdir Hz. Meryem? Nasıl yaşamıştır? Bize kadar gelen ışığının kaynağı nedir?
Hz. Meryem Davut (a.s.)’ın soyundan gelen İmran’ın kızıdır.[3] Onun hayatındaki mucizeler annesinin duasıyla başlamıştır. İmran’ın hanımı Hanne kısırdır. Bir gün bir ağacın gölgesinde otururken yavrusunu doyurmaya çalışan bir kuş görünce içindeki çocuk sahibi olma duygusu alevlenir.[4] Allah’a kendisine bir çocuk ihsan etmesi için dua eder ve çocuğu Beytü’l-Makdis’e hizmet etmesi için büyüteceğine dair adak adar.[5] Bu sırada çocuğun kız olacağı hiç aklına gelmemiştir. Zira o dönemlerde sadece erkekler manastırda eğitim almakta ve Allah’ın dinine hizmette bulunmaktadırlar. Bu sebeple Meryem (a.s.) dünyaya geldiği zaman annesi üzülse de Allah (c.c.) adağını kabul etmiştir. [6]
Böylece kadınların eğitim almaları ve dini Mübin’i İslam’a hizmet etmeleri konusunda bir çığır açılmıştır. Bu gün hanımların iyi eğitilmiş olmalarının önemi herkes tarafından bilinmekle beraber nasıl bir eğitim olacağı muammadır. Bu sorunun cevabı Hz. Meryem’in hayatında cevabını bulur. Onun aldığı eğitim saf bir iman ve takva ile yoğrulmuştur. Böylece ilmi onu Rabbine yaklaştırmış, kulluğunu kullara hizmetle tamamlamıştır.
Hz. Meryem eğitimini bizzat Hz. Zekeriya (a.s.)’dan almıştır. Bu da ilahi kaynaklı bir ilme sahip olduğunu gösterir. Demek ki bizlere düşen de hangi ilmi öğrenirsek öğrenelim onu, ilahi kaynağımız Kuran ve sünnet ölçülerine göre değerlendirmek ve içselleştirmek olacaktır.
Hz. Meryem, Rabbinin mucizelerine mazhar olmuş, kendisine yetiştirmesi için büyük bir vazifenin sahibi olan bir evlat verilmiştir.[7] O güçlü imanı sayesinde, başına gelen her zorluğu yenmiş, evladına hem büyürken hem peygamberliği sırasında hizmet etmiştir. Çok açıktır ki, büyük şahsiyet sahibi annelerin evlatları da büyük olmaktadır.
Büyük imtihanlara uğrayacağı mucizelere mazhar olmasından anlaşılmaktadır. Allah’ın ona melekleri vasıtası ile kış ve yaz meyveleri ikram etmesi,[8] bir baba olamadan çocuk doğurması,[9] Hz. Âdem’den sonra yeryüzünde yeni bir yapılanmanın meydana geleceğini işaret etmektedir,[10]
İnsanların gözünde kötü duruma düşen Hz. Meryem,[11] büyük bir değişime gebedir. O Efendimiz (s.a.v.)’in yeryüzüne teşrifini müjdeleyecek, insanlığı küfrün karanlığından kurtaracak olan İsa Mesih’e gebedir. Zira her şey Allah’ın “Ol!” demesiyle olmaktadır.[12]
Ben Allah’ın kuluyum diyen kimse büyük imtihanlara hazır olmalıdır. Yalanlara iftiralara uğramaya, küçümsenmeye, hor görülmeye, yalnızlığa sabredebilmeli, Rabbine tevekkül ve rıza ile sarsılmaz bir iman ile yoluna devam edebilmelidir. Zira Allah Teâlâ güçlü olanların değil, seçilmiş kullarının yanındadır. İşte Hz. Meryem bu durumun en güzel örneklerinden biridir.
Allah’ın mucizeleri insanoğluna ilham kaynağı olmuştur. Bu yüzden en ümitsiz durumlarda dahi Rabbimizden gelen bir mucizenin gerçekleşmesi mümkündür. Hz. Meryem’in annesinin kısır olduğu sırada içten duası sebebiyle Hz. Meryem gibi bir evlatla ödüllendirilmiştir. Hz. Zekeriyya’nın ihtiyar yaşında Hz. Meryem ve Oğlu Mesih’e kol kanat gerecek olan Yahya (a.s.) ile sevindirilmiştir. Allah sebep olmadan bir çocuğu yaratmıştır. O’nun sebeplere ihtiyacı yoktur çünkü. Bütün bu mucizeler, en çaresiz durumlarda dahi iman sahipleri için ümitlerin tükenmeyeceğine apaçık bir delildir.
İnsanlar Hz. Meryem’e bahşedilen mucizeden ilham alarak, kısırlığa çare aramışlardır. Bu, kavli duanın yanı sıra mutlaka ihmal edilmemesi gereken fiili duadır. Demek ki müminler zor durumlardan çıkmak için, içten içe isyan ederek tahammülü, tevekkül adı altında tembelliği bir kenara bırakıp vesilelere başvurarak çalışıp gayret etmeli, Allah’a sığınmalıdırlar. 
Hz. Meryem, sarsılmaz imanı, ilmi, iffeti, takvası, güzel ahlakı, sabrı, tevekkülü, bitmek tükenmek bilmeyen azmi, cihadı ve ümmeti irşadı ile her bakımdan örnek bir şahsiyettir. Onun yaşamı bizlere kullukta, cihatta, irşatta kadın ve erkek arasında bir fark olmadığını işaret etmektedir. O kadınlara has özel durumlarla baş etmenin, annelik vazifesinin yanı sıra Allah’ın kullarına hizmet etmenin en güzel örneğidir. 
Hz. Meryem’in kıssası bizlere, en zor durumlarda, en zor şartlarda dimdik duranların, Allah’ın ve onun peygamberinin çizgisinden bir an ayrılmayanların büyük lütuflara mazhar olacağını müjdelemektedir. Rabbim bu dünyada onu örnek almayı, ahirette yakınlığını ve şefaatini nasip eylesin.
 
             
   Not: Bu yazım Anadolu Gençlik Dergisinde yayınlanmıştır.            
 





[1] Nur, 34
[2] Tahrim, 12
[3]  İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, Beyrut 1979, 1.298
[4] Al-i İmran3/30
[5] Al-i İmran 3 -35
[6] Al-i İmran, 36
[7] Al-i İmran, 45,46
        [8] Al-i İmran 3 -37
        [9] Meryem, 16-34
       [10] Al-i İmran, 59
       [11] Meryem,32
       [12] Al-i İmran, 47

17 Nisan 2016 Pazar

KELİME-İ ŞEHÂDET ALLAH’A VERİLEN SÖZ




Kelime-i Şehadet, şahit olmaktır.
Varlığın yaratılmış olduğuna, bir sahibi bulunduğuna şahit olmaktır.
O Yaratıcının var, bir ve tek olduğuna, eşi benzeri olamayacağına, varlığının ezeli ve ebedi bulunduğuna şahit olmaktır. Varlığın cümlesinin O’nun sonsuz merhametinin bir eseri olduğuna şahit olmaktır. Var olan her şeyin O’nun varlığına delil olduğuna şahitlik etmektir. Elest bezminde  Beli dediğimiz gibi, “Eşhedü enla ilahe illallah- Allah u zül celal Hazretlerinden başka tapınılacak hiçbir ilah yoktur. İnsanların tapındığı gizli açık bütün ilahlar batıldır. Allah’ın şeriki yoktur,” deriz.
Kelime-i şehadet içinde iki şahitlik vardır. Birincisi tevhide, İkincisi de Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Efendimizin Allah’ın elçisi olduğuna şahitliktir. Zira onun elçiliği olmadan İslam olmazdı.
“Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” “ve yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” demektir.
Kelime-i Şehadet gönlümüzdeki imanın dilimize dökülmesidir. Kulun kulluğunu ilanıdır. Rabbine karşı verdiği bir sözdür. O’na tam teslim olmanın, O’nun elçisini takip etmenin sözüdür ki, elçiyi ilk olarak kulluğu yönü ile saniyen getirdiği kitaba iman ile takip ederiz.
Kelime-i Şehadet getirmekle bir takım haklar kazanır ve vazifelere muhatap oluruz. Müslümanın toplum içinde sahip olacağı temel haklar; canın, dinin, aklın, malın ve onurunun korunmasıdır.
Vazifelerimiz ise ayetlerle açıklanmıştır. Bu vazifeleri yapmanın dahi güzel sonuçları vardır.
 “Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar. Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır. Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır. Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır. Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): Sabretmenize karşılık selam sizlere… Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir! Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık) bağını koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (Ra’d, 13/ 19-25)
Kelime-i Şehadetle Rabbimize söz vermek bize neler kazandıracaktır:
 •            “Lailahe İllallah diyen cennete girecektir.”  hadis-i şerifinin bir gereği olarak, öncelikle cenneti kazanırız. Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki,
"Kim: Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, Resûl olarak Hz. Muhammed’i kabul ettim derse, cenneti hak eder." (Ebu Dâvud, Salât 361)
"Kimin (hayatta söylediği) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider" (Ebu Dâvud, Cenâiz 20) Bundan daha güzel bir kazanç olabilir mi?
•             “lailahe illallah muhammedün resulullah” sözüyle dünyada manevi huzur kazanırız. Mehmet Akif’in: “İmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek sînede yüktür” beyti bu gerçeğe işaret eder.
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki, “Şu üç özellik kimde bulunursa imanın zevkini tadar: Allah ve Rasulünü, herkesten ve her şeyden fazla sevmek, sevdiği kişiyi sırf Allah için sevmek, nasıl ateşe atılmak istemezse, küfre dönüşü de o kadar istememek.” (Buhari, İman, 8)
Hadiste iman zevki olarak ifade edilen şey pek tabii ki iç huzurudur. İmanın doğal bir sonucu olarak Allah ve peygamber sevgisi ve bunun gereğine uygun bir yaşam insanı manen sağlıklı kılar.
·         Ayrıca, verdiğimiz bu söz ile İslam toplumu içinde, İslam kardeşliğinin gerektirdiği hak ve sorumluluklara bağlı kalmayı taahhüt etmiş oluruz.   
Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “İman, yetmiş küsur bölümdür. Hayâ da imandan bir bölümdür.” (Buhari, İman, 2)                                                                                              
“Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir. Muhacir de Allah’ın yasakladıklarını terk eden kişidir.” (Buhari, İman, 3)
Kişi, kendisi için istediğini, kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 6)
Kelime-i Şehadet getiren, Allah’a, Resulüne, Kitabına ve son din olan İslam’ın yüce prensiplerine olan imanını dile getirmiş ve bu imanın gereğini yerine getireceğine söz vermiş olur. Sözünü tutana da rızası ve cenneti vardır.
Rabbimiz bize sözümüze uymak, rızasını da kazanmak nasip eylesin. Amin


13 Nisan 2016 Çarşamba

Besmele Her Kitabın Anahtarı

Okunacak ne varsa âlemde kilitlerini açan besmeledir. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki; “Bismillahirrahmanirrahim miftahu külli kitabin (Besmele her kitabın anahtarıdır)” (Fevzülkadir, 3/191)
Besmele Kitabullah’ın,  114 surenin dahi anahtarıdır. Bununla önce Fatiha’da icmalen ve sonra bütün surelerde tafsilen Kur’an ilimlerinin, gayesinin, sırlarının açıldığını görürüz.
Manalar bahrine dalmak, sır kapılarını aşındırmak müminlere vaciptir. “efela yetedebberunel-Kurane (Kuran’ı iyice araştırıp düşünmezler mi)” (Nisa, 4/82) buyrulmuştur. Arayan Kuran’da her aradığını bulur.
Bütün Kuran Bismillahirrahmanirrahim ile başlayıp minelcinneti vennas ile biten bir okyanustur. “Denizler mürekkep olsaydı Rabbinin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi,”(Kehf, 18/109 buyrulmuştur. O’nun sırları bitmez tükenmez hazineleri vardır.
Biz aciz kullar besmele anahtarı ile bu sırlardan nasibimiz kadarının kapılarını açmış oluruz biiznillah.
Neml Suresinde Rabbimiz, Hz. Süleyman’ın Belkıs’a yazdığı mektuba “İnnehu min süleymane (Bu Süleyman’ın mektubudur ki “bismillahirrahmanirrahim (Rahman Rahim Allah adına başlarım söze)” (Neml, 27/30) diyerek başladığını anlatır ki, her işin başında besmele çekilmesine işaret eder.
Elbette euzu çekip kapıdan girmemesi gerekenlere mani olduktan sonra. “Euzubillahi mineş şeytanir racim” demekle aklımızdan gönlümüzden manayı bulandıracak olumsuz fikir ve hissiyatı, şeytani vesveseleri ve dışarıdan gelecek etkileri defederiz. “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınır”ız.
Euzu ve Besmelenin birlikte çekilmesi bir tevhit eylemidir. Tıpkı “La ilahe illallah” demek gibi... “Euzu” çeken “La ilahe,” demiş gibidir. Bütün ilahları, Allah ile arasına giren benliğini, nefsaniyetini, şeytani vesveseleri defeder. “Besmele” çeken, “illallah” demiş gibidir. Allah adını koyar benliğinin önüne, O’ndan başkasını tanımadığını, Kitabullah’a ve bütün okunanlara, bilinenlere ve amellerine O’ndan başkasını bulaştırmayacağını beyan etmiş olur.
Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v.) her işine, yemesine içmesine, oturmasına, yatmasına, kalkmasına, ibadetine, girmesine, çıkmasına, inmesine, binmesine, konuşmasına… Besmele ile başlar ve bunu emrederdi. Besmelesiz yemeğe, işe şeytanın ortak olduğunu bildirirdi.
O halde nedir besmelenin manası?
Bemelenin anahtarı ba harfidir denilir. Allah ismi celaline bağlı olan ba harfinden önce “…yapıyorum, ediyorum, okuyorum,” gibi gizlenmiş bir fiil vardır. Fiil gizlenmiştir ki işin başında Allah ismi öne çıksın.
Bismillah dereken “ba” ile “ism” kelimesinin başındaki elif gizlenmiştir. Diğer her yerde ise açıkça yazılır. Bu ise Allah ismi celalinin yaratıcıya ait özel bir isim olduğuna işaret eder.    
Yazıda “ba” ile “ism” arasındaki çizgi uzatılarak yazılmıştır. Bazı edebiyatçılar bunu hazfedilen elif yerine koyarken bazıları bu çizgiyi bütün yaratılmışları içine alan bir okyanusa benzetirler.
Olmasa besmele resmi memdud
Cismi eşya da olur mu idi mevcud
(Eğer besmele uzatılarak yazılmasa idi, yaratılmışlar var olur mu idi)
Aslında şair besmele çekmekle mevcudatın Allah u zül celal tarafından yaratıldığını, bizim de onun yarattığı bir kul olarak kendi başımıza bir iş göremeyeceğimizi, ancak bizim ve âlemlerin sahibi olana sığınarak bir iş yaparsak onun varlık sahnesine çıkabileceğini ifade eder.
İsmullah; Allah’ın ismi, bismillah; Allah’ın adına bu işi yapıyorum demektir.
Allah ismi celali, Zatının özel ismidir. O’ndan başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır, kullanılamaz. “Allah” diyen Zatı Kemalini anmış, onun yaratıcılığını tasdik etmiş, hiçbir şüpheye yer kalmadan O’nun birliğini tekliğini, O’nun kulu olduğunu ikrar etmiş olur.
Rahman; Allah (c.c.)’ın özel bir sıfatıdır. Yaratılmışlar için kullanılmaz. Rabbimizin sonsuz merhametini ifade eder. Zerreden küreye her bir varlığı yaratması, varlık âlemine getirmesi onun sonsuz rahmetinin eseridir. Aynı zamanda varlığın yaşaması, ahiret âlemine göçmesi dahi bu sonsuz rahmettendir.
Rahim de Rabbimizin sonsuz merhametini ifade eder. Ancak bu merhametten bir miktar da yarattıklarına, cüz-i irade sahiplerine vermiştir. Rahman O’nun zatına ait sonsuz merhameti iken Rahim, O’nun kullarına yönelik merhamet sıfatıdır.
Rahman, bütün âlemlerin ve işlerin başlangıcı ile ilgiliyken Rahim onların sonlarıyla ilgilidir. Rahman, yarattıkları arasında iyi kötü, güzel çirkin, mümin kâfir diye bir ayırım yapmadan hepsini sonsuz rahmetiyle kuşatmıştır. Rahim ismiyle de ahirette mümin kullarını zorda koymayacaktır. Demek ki dünyada ahirette mümine korku ve ümitsizlik yoktur.
Rahman ismini esirgeyen Rahimi de bağışlayan olarak çevirmek mümkün değildir. Çünkü esirgemek; kıskanmak, korumak gibi manalarda kullanılır dilimizde. “sonsuz merhamet sahibi” dersek Rahman ismi yaratmak, rızık vermek gibi Allah’ın birçok esmasını kuşattığından o da yeterli olmaz. Rahman’ı Rahman olarak özel isim olarak zikretmek daha doğrudur.
Rahim’e merhametiyle bağışlayan denilebilse bile sadece bağışlamakla değil her işin sonuyla ilgili olduğundan manayı karşılamaz. Belki “pek çok merhamet edici” diye meal edilebilir.
Öyleyse “Bismillahirrahmanirrahim”in meali “Rahman, Rahim Allah adıyla (adına…)” yahut “Çok merhamet edici bir Rahman olan Allah’ın adıyla (adına)” olabilir. (M. Hamdi Yazır, Hak Dili Kur’an Dili, 1/55)
Besmele ile başlanan iş, Allah’a atfedilmiş, kul kendini aradan çıkarmıştır. Artık işin sonucu Allah’a aittir. İş Allah adına yapıldığında mana kazanır. Besmele çeken, “Bu iş hakikatte benim değildir. Ben sadece asıl sahibinin vekiliyim, onun adına yapıyorum” demiş olur.
Bir iş ki, besmelesiz başlanmış olursa Allah u zül celal hazretleri kişiyle işini baş başa bırakır. Kul nefsiyle yapar işi, övünür, gösterir ama sonucuna gücü yetmez, hayır gelmez. Hace-i Kâinat Efendimiz “Kullu emrin zi balin lem yebde’ fihi bismillah (Bismillah ile başlamayan iş eksiktir, kusurludur.)” (Fevzülkadir, 5/13) buyurmakla bu manaya işaret etmiştir.
Allah adı olsa her işin önü
Herkiz ebter olmaya anın sonu

Bismillahirrahmanirrahim, bize Allah u zül-celal hazretlerini tanıtır. Bizim dimağımıza O, sonsuz merhamet sahibi olarak yerleşir. Her işin başında bu cümleyi söyleye söyleye, O’nun sonsuz merhametini çağırırız. Kendimizi o sonsuz merhamet sahibine bırakır, teslim oluruz. Ne varlığa sevinir, ne yokluğa yeriniriz.
Ne de isyandan günahtan ümitsizliğe düşeriz. Bismillahirrahmanirrahim deyip de hata eden arkasından estağfirullah deyip tevbe makamına yükselir. Bundan sonra günahlarımıza ağlayarak O’nun Rahman ve Rahim ismiyle rahmetini celbeder, manevi baharlara gark oluruz.
Bismillahirrahmanirrahim, yerlere ve göklere sığmayan vacibul-vücubun gönlümüzde yer bulması için bir hazırlıktır. Gönlümüzü ve kalbimizi temizlemektir. Onun esmasının tecellilerine kendimizi açmaktır. Kâinatı dolaşmak, gaybdan şuhuda geçmek, zatının tecellisi için aşk u şevk ile çırpınmaktır.
Böylece vahdeti vücudu kavrar insan. Kâinatta mevcudat ile Yaratıcı arasındaki bu bağ zaten apaçık görünürken insan besmele ile bu vahdeti bilinçli bir şekilde ifade eder.
Nihayet Bismillahirrahmanirrahim bizi “Ya eyyühennefsülmutmainneh irciıy ila rabbike radiyeten merdıyyeh (ey mutmain olmuş nefs O senden razı ve sen ondan razı olarak Rabbine dön)” (Fecr, 89/27-28) davetine muhatap kılar, O’nun sonsuz nimetleriyle ebedi saadeti elde ederiz.

 “Vucuhun yevme izin nadırah ila Rabbike nazırah, (İşte o gün nice yüzler Rabbine bakarak ışıldar durur,)” (Kıyamet, 75/22-23) ayetini yaşarız biiznillah.

11 Nisan 2016 Pazartesi

Allah Adı Her İşin Başı

Allâh adın zikredelim evvela
Vacib oldu cümle işte her kula

Allâh adın her kim ol evvel anâ
Her işi âsan eder Allâh anâ

Allâh adı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya anın sonu

Bir kez Allâh dese şevkile lisan
Dökülür cümle günah misli hazan

İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen
Her murada erişir Allâh diyen

Aşk ile gel imdi Allâh diyelim
Dert ile göz yaş ile ah edelim

Ola kim rahmet kıla ol padişah
Ol Kerimü ol Rahimü ol ilâh

Birdir ol birliğine şek yokdürür
Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür

Cümle alem yok iken ol var idi
Yaradılmıştan Gani Cebbâr idi

Var iken ol yok idi ins-ü melek
Arşü ferşü ayü güm hem nüh felek

Sün ile bunları, ol var eyledi
Birliğine cümle ikrar eyledi

Kudretin izhâr edüp hem ol Celil
Birliğine bunları kıldu delil

'Ol! ' dedi bir kere var oldu cihan
'Olma! ' derse, mahv olur ol dem hemân

Haşre dek ger denilirse bu kelâm
Nice haşr ola, bu olmaya temâm 

9 Nisan 2016 Cumartesi

Manevi Bahar Çiçekleri

MANEVİ BAHAR ÇİÇEKLERİ
Tabiatta mevsimleri yaratan Rabbimiz insan hayatı için de manevi mevsimler yaratmıştır. Üç ayların girmesiyle birlikte manevi bir bahar mevsimine girmiş oluruz. Nasıl bahar günleri tomurcuklanan ağaçların çiçekleri açar ve yazın meyvesi yenirse, nasıl bahar günleri canlanan toprağa ekilen tohumlar yazın ürün olursa, bu manevi baharda yapılan çok kıymetli, çok feyizli, çok bereketli amellerimiz de birer tohum mesabesindedir.
Kullarına amellerinin karşılığını hem bu dünyada hem de ahrette veren yüce Rabbimiz, manevi baharlarda ekilen tohumların ürünlerini bize mutlaka gösterecektir. Bu feyiz ve bereket çağlayanı günlerde ne gibi tohumlar ekmeliyiz ki, en bereketli ürünü alalım. Elbette biz kullar için en bereketli ürün, dünyada Allah’ın kulluğundan zevk ve neşe duymak, ahrette ebedi sadettir.
Üç aylar dediğimiz zaman dilimi Recep, Şaban ve on bir ayın sultanı Ramazan’dır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin hadislerinden öğrendiğimize göre, bu zaman dilimi, çok bereketli, hayırlı, sevap kazanmak için bulunmaz fırsat günleridir. Adeta, Yüce Rabbimiz, kulları gafletten kurtulsun, kul olduklarını yeniden hatırlasın, hayatlarına yeniden çeki düzen versin, yeniden rotasına girsin diye bu çok özel fırsat günlerin ihdas etmişlerdir.
Bu mübarek, bereketli feyizli ayların içinde dört tane kandil günü vardır. Bunlardan, Recep ayının ilk Cuma gecesi, Regaib Kandili, Recep ayının 27. Gecesi, Miraç Kandili, Şaban ayının 15. Gecesi, Berat Kandili ve içlerinde en şereflisi, İçinde Kuran’ın indirilmeye başlandığı Kadri yüce kadir gecesi.
O Kuran’ın hürmetine şereflenen Kadir gecesi, Ramazan ayında gizlenmiş, Ramazan ayı onun hürmetine, af mağfiret ve rahmet ayı kılınmış, müminlere İman nimeti için, Kuran nimeti için şükür olmak üzere oruç farz kılınmış.
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bakara 185)

Recep ve Şaban ayları daha ziyade, tohum ekme, toprağı kabartma filizlenen fidanları sulama ve diplerini çapalama dönemi iken, Ramazan ürün elde etme, dua, bağışlanma ayıdır. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Allahümme barik lena fi recebe ve şaban (Allah’ım Recep ve Şaban aylarını bizim için bereketlendir) Ve belliğna ila Ramazan (Bizi Ramazan’a ulaştır).” Diye dua etmişlerdir. Ramazan geldiğinde de bol bol tevbe istiğfar ve dua ile meşgul olmuşlardır.
Bu bereketli, mübarek, feyizli günler geldiğinde aklımıza ilk başta nafile oruç tutmak gelse de yüzlerce değişik Salih ameller işlenebilir. Çünkü her mümin’in meşrebine karakterine uygun Salih ameller farklı olduğu gibi yerine ve zamanına uygun, hikmet gözetilerek yapılacak sevaplı, hayırlı işlerde o derece çoktur. Burada, g ünümüz insanı için önemli olduğunu düşündüğümüz birkaç tanesini paylaşalım:
Madem bu mübarek mevsim kulluğumuzu yeniden gözden geçirme, rotamızı yenden kazanma vesilesidir. Öyleyse, öncelikle kendimizi hesaba çekip, olumlu ve olumsuz davranışlarımızı, fikirlerimizi, his ve niyetlerimizi masaya yatıralım. Olumsuz olanlardan kurtulurken olumlu, kendimize, çevremize ve insanlığa faydalı olanları geliştirelim.  Yeni projeler üretip hayata geçirelim.
Örneğin, bu dönemi, Yüce Kuran-ı en az okumaya vakit ayırdığımız kadar anlamaya da vakit ayıralım. Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, Kuran’dan on ayeti okuyup müzakere ederler iyice anladıktan sonra onunla amel ettikten sonra bir on ayet daha okurlarmış.  Biz de gücümüz yettiği kadar bir miktarı anlamaya ve amel etmeye başlayabiliriz. Az da olsa bu çalışma bundan sonraki hayatımız için kazanılmış bir alışkanlığın başlangıcı olabilir.
Yine modern zamanların Müslümanları olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)i ne kadar az tanıdığımız düşünülürse, o her hali bizim için örnek olan yüksek şahsiyetini öğrenmeye, anlamaya ve amel etmeye bir başlangıç yapabiliriz.  Bu yılın manevi bahar mevsimini bir hadis veya bir siyer kitabı okumaya ayırabiliriz. Hadisleri okurken elbette işin ehline danışarak, hadislerin nasıl değerlendirilip günümüz dünyasında nasıl uygulanabileceğini öğrenerek yola devam edebiliriz.
Günümüz insanının ne tür iyilik ve ihsana ihtiyacı olduğunu öğrenip, hikmeti de gözeterek, iyilik yapma alışkanlığı elde edebiliriz. İnsanların kendi evlatlarına dahi, kardeşlerine dahi, iyilik etmekten sakındıkları, kendilerini büyük gördükleri için iyiliği kabul etmek istemedikleri, yalnızlaştıkları, mutsuzlaştıkları bir dünyada onlara iyiliğin ne olduğunu öğretmek dahi ne büyük bir iyilik olabilir.
Ulaşabildiğimiz yerdeki dostlarla hasbi hal, ulaşamadığımız yere telefon edivermek, anne-baba ve akrabayı sevindirmek, bir yaşlınnı pazarını taşıyıvermek, dertlinin derdini, sevinçlinin sevincini paylaşıvermek, yoldan eziyet veren şeyi kaldırıvermek ya da yolda trafiği tıkamamak, insanlara gürültü patırtı ve kaba davranışlarla zarar vermek, çöpünü uygun yere atıvermek, ekmeği suyu israftan kaçınıvermek… İhtiyacı iyi tespit edip, yerinde ve zamanında giderivermek en büyük ihsan, iyilik yapıyorum zannıyla eziyet etmektense, bazen insanların kendi başına problemini çözmeye çalışmalarını beklemek en büyük iyilik olabilir.
Biz O’nu görmesek de Rabbimizin bizi her an gördüğü bilincini kafa ve kalplerimize yerleştirmek, hayatımıza ihsanı hâkim kılmak için bir adım atmak için bu manevi özel fırsat günlerinden iyisi bulunamaz.
Tabii en önemlisi bütün Salih amellerin hayırlı, sevaplı, bereketli güzel işlerin hep ailemizle, çocuklarımızla beraber, önce onlarla birlikte ve önce onlara karşı yapılmasıdır. Elbette bu manevi bahar, en verimli dimağlara atılan tohumlar sayesinde en verimli ürünlerin verilmesini temin edecektir. Bizim kendimizi yenileme geliştirme çabalarımız en çok da yavrularımızı etkileyecek, bu özel günler onların dindarlık algısının olumlu bir tarzda oluşmasına katkıda bulunacaktır.
Bu günlerde canlanan, manevi hazlar onların gönüllerini okşayacak, İftar, teravih, bayram derken canlanan sosyal hayat, onları neşelendirecek, ileride nasıl bir dindarlık yaşayacakları adeta şimdiden belli olacaktır. Bu özel günlerin neşesi çocuğun içinde, yarın yetişkin olduğunda, dini bir yaşantı özlemi ve isteğini oluşturacaktır. Yeter ki, biz ibadet ediyoruz derken evlatlarımıza ters, kötü davranmayalım. Ruhlarında ibadetin, sinir bozucu can yakıcı değil, neşeli, huzurlu bir şey olduğu algısı yerleşsin. Secdeden başını kaldıran, orucunu açmak için iftar sofrası başında bekleyen, huşu ile Kuranını okuyan büyüklerinin yüzüne, oradan evin içine ve kendinin küçücük kalbine yayılan huzur ve neşeyi yaşasın.
Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bildirdiğine göre, “Bir saat ilimle meşgul olmak, altmış yıl nafile ibadetten hayırlıdır.” Çünkü “Bizim vasıtamızla bir insanın içinde hidayet çiçekleri açmasının dünyadaki bütün nimetlerden daha çok faydası olacaktır.” Hele de onlar öz yavrularımız, ciğerparelerimiz ise… Çünkü, verimli topraklara, zamanında atılan tohumlar çiçek açacak ve ürün verecektir.
Elimizden hiçbir şey gelmezse, Ramazan günü tuttuğumuz farz oruçlarımızın, kuru bir açlık ve susuzluğa dönüşmesine, ziyan olmasına engel olalım.  Dilimizi, yasaklanmış sözlerden, nefsimizi kaba ve zorba davranışlardan koruyalım. Bu manevi mevsim dolayısıyla içimizde açan çiçekleri soldurmayalım. Yeni başladığımız namazımıza, ilim çalışmamıza, hayırlı feyizli faydalı davranışlarımıza devam edelim. Çünkü “Amellerin az da olsa devamlısı makbuldür”. Bu manevi bahar mevsimi açtırdığımız, çok çok ihtiyacımız olan çiçeklerimizi soldurmayalım.
Hiç bir şey elimizden gelmezse dua ve istiğfar edelim bu özel fırsat günlerinde! Kendimiz için, ailemiz, milletimiz için, akrabamız, komşumuz için, yolda kalmış, yolunu şaşırmışlar için, evlatlarımız anne babamız için, ümmeti Muhammedin genci yaşlısı, zalimi mazlumu için… Çünkü, en iyi tohum dua, en iyi mevsim bu mevsimdir. Manevi bahar mevsimi Üç aylar…