1970'te doğdu, talebelik, öğretmenlik, vaizlik, yazmak, en önemlisi annelik bütün hayatı

9 Mayıs 2022 Pazartesi

NİYET NE İSE


 1. HADİS

عن أمير المؤمنين أبي حفص عمر بن الخطاب رضي الله عنه ، قال : سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول
إنما الأعمال بالنيات وإنما لكل امرئ ما نوى . فمن كانت هجرته إلى الله ورسوله فهجرته إلى الله ورسوله
ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة ينكحها فهجرته إلى ما هاجر إليه
رواه إمام المحد ثين أبو عبد الله محمد بن إسماعيل بن ابراهيم بن المغيره بن برد زبه البخاري الجعفي، وابو الحسين مسلم بن الحجاج بن مسلم القشيري النيسابوري رضي الله عنهما في صحيحيهما اللذين هما أصح الكتب المصنفه
 
Emirü’l-Mü’minin Ebu Hafs Ömer b. Hattap (ra)’den şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav)’dan işittim, şöyle buyuruyordu:
Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiği vardır. Kimin hicreti Allah’a
ve Rasulüne ise onun hicreti Allah’a Rasulunedir. Kimin hicreti dünyalık içinse onu alır veya nikah yapacağı bir kadına ise onu nikahlar."
Bu hadis: Her biri hadisçilerin imamı olan Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail b.
İbrahim b. Muğıre, Berdizbe el-Buhari el cu'fi ile Ebul Hüseyin Müslim b. Haccac el
Kuseyri en-Neysaburi Musannef kitanplarının en sahihi olan sahihlerinden rivayet
Ettiler

Allah u zülcelal Hazretlerinin hicreti emrettiği, Ashab-ı Kiram’ın yavaş yavaş Medine’ye hicret ettiği günlerdi. Herkes malını mülkünü evini geride bırakıp Medine’ye hicret ediyordu. Öyle zor günlerdi ki, bazıları ailelerini bile bırakmak zorunda kalıyorlardı. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bile ailesini evini Hz. Ali Efendimiz’e emanet ederek yola çıkmıştı. Ancak dini mübini İslam’ın nuru Medine topraklarında parlamalı ve oradan bütün cihana yayılmalıydı.

İşte bu zor günlerde bir müşrik, Ümmü Kays (r.a.) ile evlenmek istedi. Bu mübarek hanım Medine’ye hicret etmek istiyordu. Adama “Müslüman olup benimle beraber hicret edersen seninle evlenirim,” demişti. Neticede hicret edip evlenmişler ve adam ashab olma şerefine nail olmuştu.
Ancak yeni Müslüman olan bu adamın durumu Ashabın arasında latife konusu olmuş, ona Muhaciru Ümmü Kays demeye başlamışlardı. Olay bir şekilde Efendimiz (s.a.v.)’e intikal edince şöyle buyurdular:
“Ameller niyetlere göredir. Kişiye niyeti vardır. Kim Allah ve Resulüne hicret etmişse Allah ve Resulüne kavuşmuştur. Kim dünya için hicret etmişse ona kavuşmuştur. Veya kim bir kadın için hicret etmişse onunla evlenmiştir. Kim neye niyet ederse ona hicret eder.” (Buhari, Bed’ü’l-vahyil, İman, 41; Nikâh, 5)
Kâinatta her şey bir niyetin eseri olduğu gibi, insanın fiilleri de bir niyetin eseridir. Bir fiilin varlık âleminde görülmesi için önce o fiilin insanın gönlünde filizlenmesi gerekir. İş gönülde tasarlanır, fikredilir, bir karara bağlanır, irade ve azmedilir, en son da yapılır.
Niyet, insanın neyi niçin yapacağına, neye yöneldiğine, ne beklediğine dair bir şuur halidir. Niyet ilk olarak gönüle gelen bir arzu, istek, bir yöneliştir. Niyet hem amaç hem beklenti hem yöneliş olduğundan yapılan işin sonucu da niyete göre belirlenir.
Gönülde beliren niyet, aklen alınan karardan öncedir. İşin kıymeti, nedeni, nasılı düşünüldüğünde dahi o işten ne beklendiği önce gönülde belirir. İşin sonunda elde edilen kazanç da tamamen niyete uygundur. Niyet çekirdek, fiil ağaç kabul edilse, sonuç da o çekirdekten zuhur eden meyvedir.
Diyelim ki, bir trene onlarca insan biner ama her birinin niyeti farklıdır. Her biri farlı bir yerde inecektir. Kimi şu iş kimi bu iş için binmiştir. Trene binerken niyeti ne ise sonuçta o işi yapar. Hatta aynı istasyonda inen her kişinin de farklı niyetleri vardır. Bundan dolayı trene binmekten dolayı bu insanlar bir kazanç elde etmezler. Kazançları niyetlerinde amaçladıkları işi yaptıklarında beklentileri karşılandığında ortaya çıkacaktır. Trene aynı istasyondan binip aynı istasyonda inen iki kişiden birisi ticaret için gidiyordur ve para kazanır; bir diğeri sevgilisiyle buluşacaktır o da onunla geçirdiği zamanı kazanır. Velev ki, bu kişiler yola çıkarken bu niyetlerini başka bir şeyle örtmüş olsunlar.
Hadisi Şerif’te ifade edilen “Kişiye niyeti vardır,” ifadesi tam da bunu anlatır. Pazara gidiyorum diyerek evden çıkan, pazara çalmak niyetiyle de gidiyor olabilir, fukaraya yardım için de gidiyor olabilir, dost aramak için de… Bu niyetlerin her biri pazara gitmek fiilinin arkasında gizlenmiştir.
Niyet gönüllerde gizlidir. Biz kalbimizde gizli olan niyeti zahirdeki bir fiille örteriz. Niyetimizi kimse bilmez. Bunu ancak Allah bilir. “Gizleseniz de açıklasanız da Allah kalplerinizde olanı bilir.” (Ali İmran, 29) buyrulmuştur. İmanın da paranın da kim de olduğu bilinmez denilmez mi?
Biz müminler de iman etmişiz ki, amellerimizin sonucu kalplerimizde gizli olan niyete göredir. İnsan kırk yıl başını secdeden kaldırmasa gözümüzün önünde, kalbinde iman yoksa ahirette hiç nasibi yoktur. Eğer dünyada bir beklentisi varsa, birilerine yaranacaksa, ticareti bol olacaksa veya başka bir isteği varsa sadece onu elde eder. Allah (c.c.) buyurur ki, “Kim Ahiret kazancını istiyorsa onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz. Onun ahirette bir nasibi olmaz” (Şura, 20)
Kişinin niyetine göre dünyayı, kendini, varlığı anlamlandırır. Niyeti onun bütün yaşamını, gayesini, dünya hayatından beklentisini belirler.
Mümin kişi Allah’ın rızasını kazanmayı, cenneti arzulayıp cehenneme düşmekten korkar. Hayatını bu niyetine göre tanzim eder. Şahsiyeti de buna uygun olarak şekillenir. Artık onun adi basit fiilleri dahi ibadete dönüşür.
Yoldan geçen bir ihtiyarcık düşmesin diye taşı kaldırıveren sadaka sevabı kazanırken, bir bakarsınız ki Hz. Ali Efendimizin uykusu cihad oluverir. “Bu gece teheccüde kalkmadın, ne çok uyudun,” diyenlere “Bu gün düşmanla cenk günüdür. Kâfirin karşısında güçlü olmak için uyudum,” buyururlar.
Müminin yemesi içmesi, ailesine hizmeti, arkadaşıyla sohbeti, ticareti dahi ibadet oluverir. Efendimiz (s.a.v.) “Benim yaşamam da ölmem de gülmem de ağlamam da hep Allah içindir,” buyurmaz mı?
İmanı olmayan, dünyaya yahut benliğine tapan, ahireti tanımaya insanlar için, ibadetler dahi günaha girmeye vesile olur.
Namazı kılmamak günah iken ayıplanmak korkusuyla kılmamak şirk olur maazallah. O kişi insanların takdirini elde edeyim derken, imanı bozulur.
Hac ibadeti mümini cümle günahlarından arındıracak bir ibadet iken haccı ticaret, mevki, şöhret vb… niyetlerle yapılırsa, kişi bunlara kavuşsa da imanı tehlikeye düşer.
Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’e “Para ve şöhret için cihad eden biri sevap kazanır mı?” diye sorduklarında; “Hayır hiçbir şey kazanmaz” derler. Bu soru kendisine üç defa sorulunca Mübarek “Allah (c.c.) yalnız kendisi için yapılan ibadetleri kabul eder. Başkasını değil!” buyururlar. (Nesai, Cihad, 24)
Yüce Rabbim! Yaptığımız işleri kalbimizdeki niyetlere göre değerlendirir. Kalp nazargah-ı İlahidir. Orada ne olduğunu bilen O’dur. Ondan bir şey gizlenmez. O kuluna kalbinde bulduklarına göre muamaele eder. Efendimiz (s.a.v.) de bu konuda “Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize bakmaz, kalblerinize bakar.” (Riyazusssalihin-5) buyurmuştur.       
Rabbimizin kalplerimizde bulduğu, samimi bir iman, azap korkusu, rahmet ümidi ve kulluk iştiyakı ola.

 Gülsüm Sezen

İmam Nevevi Hazretlerinin Kırk Hadisi


 اربعون النبوي


Hadis tarihinin ve İslam edebiyatının önemli bir türü olan kırk hadis toplama geleneğinin kaynağı Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadisidir: "Ümmetimden kim, sünnetimden kırk hadisi hıfz ederse, o, kıyamet gününde, fakih ve âlim olarak hasrolunur. Kıyamet gününde ben onun şefaatçisi ve şahidiyim." (Bkz. el-Aclûnî, Muhammed b. İsmail, Keşfü'l-Hafâ. ali, s.246. Beyrut 1351)

Bu hadis, meşhur hadis kitaplarında yer almamasına ve "zayıf hadis" olarak nitelendirilmesine rağmen Müslüman âlimler arasında kırk adet hadis ezberleme ve bir araya toplama işi, ibadet telakki edilerek sürdürüle gelmiştir. Bunun dışında, hayır dua almak, rahmetle anılmak, Müslümanlara iyi öğüt, daha öncekilerin hayırlı teşebbüslerine özenmek gibi sebepler özendirici olmuştur.
Kırk hadis toplama işi ilk olarak Arapça eserlerle başlamıştır. Bunlardan, bilinenler iki yüz elliden fazladır. İslam tarihinde ilk defa kırk hadis derleyenin Kûfe'de oturan Merv'li Bilgin Abdullah İbn-i Mübarek (öl.181/797)olduğu bilinmektedir. Ancak bu eser günümüze ulaşamamıştır.

Arapça en meşhur kırk hadis mecmuası, Muhyiddin Yahya b.Şeref en-Nevevî (öl.676/1277)'nin el-Erbeune'n-Nebeviyye isimli eseridir. Hatta kendisinden sonra, bir de Nevevî'nin eserini şerh etmek gelenek haline gelerek birçok kişi ona şerh yazmıştır. İmam Nevevî'nin eserinin Babanzade Ahmed Naîm tarafından yapılmış tercümesi, Diyanet işleri Başkanlığı tarafından 1979 da yayımlanmıştır.

Kırk hadis toplama, tercüme ve şerh geleneğine en fazla önem veren Türkler olmuştur. Osmanlılar döneminde birçok âlim, manzum veya mensur, ya da ikisi karışık, birçok hadis mecmuası yapmışlardır. Kemal Ümmî (61.880/1475), AliŞir Nevaî (61.906/1501), Fuzûlî (61.963/1556), Aşık Çelebi (61.979/1571) Latîfı (61.990/1582), Nev'î (61.1007/1598), Hâkânî (61.1011/1691), Nâbî (61.1102/1691), Osman-zade Taib (61.1120/1703) gibi meşhur şair ve yazarların kırk hadis mecmuaları vardır.

Kırk hadis seçimlerinde türler farklı farklıdır. Hadis-i Kudsiler, Hz.Peygamber'in hutbeleri, Sahih hadisler, İçinde 40 sayısı olanlar, Ezberlenmesi kolay kısa hadisler, Veciz, fasih ve kapsamlı hadisler gibi.

Kırk hadislerin muhtevalarında da farklılıklar vardır. Kur'an'ın faziletleri, İslâm'ın şartları, Hz.Peygamber'in ve Ehl-i Beyt'-in faziletleri, Tasavvuf ve tarikatlar, Dünya hayatının boş olduğu, İlim ve âlim, Cihad, Ahlak, Bir kavim, yer veya şehrin fazileti, Tıp konularına ait hadisler...

Kırk hadis mecmuaları bu konulardan herhangi birine tahsis edilmiş olabildiği gibi, bu konulardan birçoğuna ait hadisleri ihtiva edenler de vardır. Bazı kırk hadis mecmuaları da, çeşitli hat örneklerini bir araya toplamak gayesiyle meydana getirilmiştir.

İmam Nevevi (r.a) ve el-Erbeun en-Nebeviyye’si

İmam Nevevi Hazretleri (r.a.) eserini meydana getirmekteki gayesini şöyle ifade etmektedir: 
"Bu hadisin zaif olduğunda, huffaz-ı hadis'in ittifakı vardır. Bununla beraber ulema fezail-i amale dair zayıf hadislerle amel edilebileceğine hükmetmişlerdir. Bizim bu eserde gayemiz kırk sayısına bağlı kalmak değildir. Aslında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ,"Benim sözümü işitip belledikten sonra onu başkasına duyduğu gibi eriştirenin Allah yüzünü ak etsin," mealindeki hadisi şerifidir. Bu yolda ben de mütekaddimin alimlerin yoluna uymuş oldum.”

el-Erbeûne’n-Neveviyye Kırk hadis diye tanınan bu eser dinin esaslarına dair çoğu Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim’den seçilmiş 42 hadisi ihtiva etmektedir. 668 yılında tamamladığı bu eserdeki hadislerin kolayca öğrenilmesi için senedlerini zikretmemiştir.

Nevevî’nin (r.a.) bu eseri hemen her devirde büyük kabul görmüş, muhtevâsı ezberlenmiş ve başta kendisi olmak üzere 40’dan fazla âlim tarafından şerhedilmiştir.
el-Erbe`ûne’n-Neveviyye Bulak’ta (1294), Kahire’de (1278) ve şerhleriyle birlikte daha başka yerlerde pek çok defa basılmış ve Batı dillerine çevrilmiştir. Bunlardan Muhammed Ali Sabri tarafından hazırlanan Arapça- İtalyanca baskısı zikredilebilir (Roma 1982). Eserin Türkçe tercümeleri arasında Babanzâde Ahmed Naim Bey’e ait olanı (İstanbul 1341) anılmaya değer güzelliktedir. (www.sadabad.com)

Erbaun en-Nevevî İslâm dininin usul ve kaidelerine ait Buhari ve Müslim hadislerinden derlenmiştir. İslâm âlimleri bu esere lâyık olduğu önemi vermişler, birçok şerhler yazmışlardır. Nevevî'nin Kırk Hadîsi üzerine İbn-i Dakikı'l-İyd'in ve bizzat Nevevî'nin kendisinin de birer şerhi vardır ve her ikisi de Mısır'da basılmıştır. Metin, Şerkâvî'nin şerhiyle birlikte Mısır'da basılmıştır: Sa`dü'd-dîn Taftâzânî'nin ve Mişkâtü'l-Mesâbih şârihi Aliyyü'l-Kârî'nin, Şerkâvî'nin Arapça şerhleri meşhur ve basılmıştır. (Nûreddin İycî, Sırâcü't-Tâlibîn ve Minhâcü'lÂbidîn) adli Farsça bir şerhini yazmıştır. Rûhü'l-beyan sahibi Bursalı İsmâil Hakkı merhûmun da Türkçe basılmış bir şerhi vardır. Bu metin, Tecrîd-i Sarih tercümanlarından merhum "Ahmed Naîm Bey" hocamız tarafından da gayet güzel bir üslûp ile dilimize çevrilmiştir.
Gülsüm Sezen 5 Kasım 2017