Münafık,
gönülden inanmadığı halde Allah’ı Peygamberi ve onun bildirdiği diğer iman
ilkelerini benimsediğini söyleyen, Müslüman gibi görünen kimse demektir.
İnkârcıların en aşağı tabakada olanları bunlardır. Ebedi âlemdeki cezaları da
daha korkunç olacaktır.
Kur’an
bunu kalpte bulunan nifak hastalığı olarak ifade eder. Münafıklık, ikiyüzlülük
bir ahlaksızlıktır. Vicdanda, ahlak merkezinde mevcut bir bozukluğun acı bir
meyvesidir. Nifak devam ettikçe bozukluk da hem manen hem davranışlar
bakımından devam eder.
Hz.
Peygamber (s.a.v.) Mekke döneminde müşriklerle mücadele ediyordu. Medine’ye
hicretten sonra bunlara iki sınıf inkârcı daha katıldı: Yahudiler ve
münafıklar. Kıyamete kadar da mücadele edilecek olan, batılı seçmiş gruplar
bunlardır.
Hz.
Peygamber hicret ettiği sırada, Medine’de Yahudiler Araplar üzerine ciddi bir
üstünlük elde etmiş bulunuyorlardı. Bunların başını çeken Abdullah b. Übey de
reisliği ele geçirmek üzere idi. Hz. Peygamber ve Müslümanların hicretiyle
bunlar azınlık bir tebaa konumuna düştüler. Bazı Yahudiler, Müslüman görünerek
tekrar eski konumlarını elde etme çabasına girdiler. Bilhassa Abdullah b. Übey, Bedir savaşından
sonra, Müslüman olduğunu açıklamış ve h.9. yılda ölünceye kadar İslam’a zarar
vermek için çeşitli komplolar kurmuştur.
Hz.
Peygamber (s.a.v.) Allah’ın bildirmesiyle, münafıkların hepsini tanıyordu.
Fakat “Muhammed (s.a.v.) kendi arkadaşlarını da öldürüyor,” şeklinde bir
propaganda yayılmasını önlemek amacıyla onları öldürmemiş ve belirli bir
suçları sabit olmadıkça onları cezalandırmamıştır. Dinimizde asıl olan zahire
(görünüşe) göre hüküm vermektir. İnsanların kalbinde ne olduğunu bilemeyiz.
Ancak onların söylediklerine göre hükmedebiliriz.
“İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve
ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve müminleri
aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında
değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah
da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara
elem dolu bir azap vardır. Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde,
“Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta
kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, “İnsanların inandıkları gibi
siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?”
derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman
edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık
dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz
ancak onlarla alay ediyoruz” derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder
(alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp
dururlarken onlara mühlet verir. İşte
onlar hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden
alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.” (Bakara,
8-16)
Bu
ayetlere göre münafıkların özellikleri şunlardır:
·
İkiyüzlülük
ve yalancılık: Hz. Peygamber Müminleri bu konuda da uyarmıştır. “Münafıklığın üç belirtisi vardır: Haber ve
bilgi verdiğinde yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez ve kendisine bir
şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhari, Şehadet, 28; Müslim, İman,
25)
- Yeryüzünde fesat çıkardıkları, yani her türlü
kötülüğü işledikleri halde, “biz ıslah ediciyiz”, barış getirmek istiyoruz
gibi insanların hoşuna gidecek kavramları kullanırlar.
- İman sahiplerini akılsızlıkla suçlar, zamane
başka, dünyanın gerçekleri böyle gibi aldatmacalara girerler ve müminleri
geri kafalı olmakla suçlarlar.
- Sözleri hep eğip bükerler ve bugün söylediklerini
yarın rahatlıkla inkâr edebilirler.
- Kendi yandaşlarıyla beraber olduklarında, sürekli
müminlerin aleyhine planlar kurar, projeler üretirler. Menfaat için en
önemli manevi değerleri dahi satmaktan çekinmezler.
Bu tür
insanlar ahrette hüsrana uğrayacakları gibi dünyada da mutlu olamazlar.
Rabbimiz onların dünyadaki hallerini, gece ateş yakan ve ateşi sönüveren
kimsenin durumuna benzetir.
“Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan
kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah
ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde
bırakıverir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka)
dönmezler. Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü
ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir.
Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa
Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini
her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah
dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz
Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Bakara, 17-20)
Kur’an-ı
Kerim’de sık sık bu tür teşbihlere başvurulur.
Sıkıntı ve bocalama, depresyon halindeki bir insanın ruh hali, bu kadar
canlı somut bir ifadeye ancak Hak kelamında bürünebilir.
İnkârcılar
dini, hayatlarının dışına attıkları için, akıl, duyular ve tecrübelerle maddi
problemlerini çözebiliyorlar, bu alanda hayatlarını düzene koyabiliyorlar.
Fakat manevi alana karşı idrakleri kapatmak, görmezden gelmek fayda vermiyor.
Şuur altının derinliklerinde fırtınalar kopuyor, şuurda huzursuzluklar meydana geliyor.
Bunlardan kurtulmak için başvurulan tedbirler (zevk u safa âlemleri, iş, sanat,
spor, içki, uyuşturucu) bir an faydalı olsa bile bu faydası şimşek hızıyla
geçiyor. Münafıklar ise, İslam’ın nuruyla bir an aydınlanmış gibi görünseler
dahi, şeytanları, sapık önderleri ile beraber oldukça karanlıklarda bocalamaya
devam ediyorlar.